Yayın yönetmenlerinin işi zor. Kimselerle mahkemelik olmadan her gün onlarca sayfayı ve yayın saatini doldurmak hiç de kolay değil. Rakiplerin hamleleri de, okuyucunun, patronun, yazarçizerlerin, reklam verenlerin, bürokratın, siyasetçinin birbirine zıt istekleri de gözden kaçırılmayacak. Herkes farklı bir şey peşinde. Bana kalsa, hayatın en temel fonksiyonlarından biri olan pazarlama bilimini günlük işlerimizle buluşturan olay, araştırma, buluş gibi haberlere daha fazla yer/süre ayırırdım. Hem de, onbinlerce okuyucunun, pazarlamanın ve pazarlamacıların adını duyar duymaz irkilip, rahatsız olacaklarını, "yine mi?" veya "pazarlama da ne ki?" deyip itiraz edeceklerini bile bile... Pazarlamaya karşı çıkanlar, bizim bildiklerimizi bilseler, pazarlamayı gerçekten tanısalar, onun halka hizmetin bir başka yolu olduğunu anlasalar, onu istismar etmeyen pazarlamacılara ve pazarlamaya karşı daha insaflı olurlardı. Müşteriler pazarlamayı yakından tanısalardı, pazarlama adına oynanan oyunların farkına daha kolay varırlardı. Halk pazarlamayı tanısa, kendini "büyük pazarlamacı" sanan profesyonel pazarlamacılar halkı kandıran samimiyetsiz davranışlarını sürdürmeye cesaret edemezlerdi. ABD'de ve başka bazı ülkelerde, üniversiteler, bilimsel çalışmalarıyla birbirleriyle yarışırlarken, bir yandan da bulgularını popülerleştirme, halka yayma, bilgilerini geniş kesimlerin ilgi ve dikkatine sunma yolunda da ciddî gayretler gösteriyorlar. Biz ise, uzmanlıkları kendinden menkul, bir şeyin değil her şeyin uzmanı, her konuda ahkâm kesmeye hazır, her konuda kaleme sarılan, her olayda kendilerine mikrofon uzatılan belli kişilerle, sayfa ve ekranları doldurmaya devam ediyoruz. Doldurma dedik de... Şimdilerde, "kendisinden görüş istenen kişilere medya kuruluşu para ödesin mi, ödemesin mi" tartışması başlamış. Bilimi, unvan elde etmek için yapılan bir iş gibi gören üniversitelerimizden, gerçek anlamda bilim üretmelerini ve bunları halka yaymalarını beklemenin, hayali bile güzel... (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)