"Millî kimliğinin temel aktörlerinden biri olan sinema sektörünün tarihi, ABD'nin elli küsur yıllık stratejik tarihinin bir aynasıdır." bu sözler, "Hollywood, Pentagon ve Washington" kitabından alınma. Fransız yazar, Valantin, bu üçünün sıkı bir işbirliği içinde ve "millî güvenlik sineması" kavramı etrafında ABD'nin stratejik tarihinin dünya çapında yazıldığına işaret ediyor. İnsan başkalarının beden ve düşüncelerine hâkim olmak istiyor. Başkaları beni ilgilendirmez diyenler dahi, sosyal ilişkilerde bir uyum ihtiyacı duyulduğunda değişimi kendilerinden değil, başkalarından bekliyorlar, onları etkilemeye çalışıyorlar. İdeoloji pazarlaması diye bir gerçek var. Adam gibi adamlar da, devlet gibi devletlerde de, başka ülke insanının beden ve beyinlerine hâkim olabildikleri ölçüde güç kazandıklarının farkındalar. Biz hâlâ, firmaların baştan sona pazarlamaya mecbur ve bütün güçlerini pazarlamadan aldıklarını anlatamadık. İdeolojinizi pazarlarsanız, ürünlerinize de, markalarınıza da, firmalarınıza da daha kolay müşteri bulursunuz. Sinema, ideolojinin de pazarlamanın da önemli silahlarından. Coca-cola, markasını sinema ile çok iyi pazarladı. Sinemanın ilk yıllarından beri, Coca-cola hemen her filmde karşımızdaydı. Sanırım, Pepsi sahiplendiği mavi rengin hep kötü sahnelerde kullanıldığının farkına sonradan vardı. Amerikan, Fransız, Alman ve Uzak Doğu araba markaları yalnız pazarlarda değil, filmlerde de yarışıyorlar. Giyim kuşam tarzlarının oluşumunda da sinema yönlendirici değil mi? İnsanlar yıllarca Amerikan evlerini, sokaklarını gördü sinemalarda. Emlak furyasında reklâm edilen evler size nereleri hatırlatıyor? Sinema görsel pazarlamadır. Yığınların anlayacağı düzeyde yüzeysel bilgi verir. Çok sık ve bol üretim yapar. Değişik kategoriler ile hemen her kesime, her düzeye hitap etmeyi başarır. Amerikan filmlerinde "yerleştirilen" marka, bütün dünyanın bilinçaltına girer. Harley-Davidson, dünyaya sinemayla yayılmış, "özgür ruhu" temsil eden dev bir marka. İnternet bile zihinlere "You've got mail" filmiyle oturtuldu. Vietnam filmleri, hem nalına hem mıhına vurdu ama görevini de yaptı. "Kritik Karar" 1996'da ABD için bir kahramanlık filmiydi, 11 Eylül'de gerçek bir felaket oldu. Şimdi bu tarihî olayı, Pentagon-Washington-Hollywood kaynaklı tehdit ve tahditlerle birlikte "çift taraftan" yine sinemalarda görüyoruz. Ama pazarlama açısından bakınca ilişkiler karmaşık değil, manzara çok açık. "Amerika=Marketing=Hollywood" Hollywood her yerde, hep karşımızda. TV ve medya desteğiyle birlikte Hollywood ve ürünleri her ülkeye, her yere giriyor. Peki diğer devletler ne yapıyor? Fransa, İran, Japonya, Hindistan ve öteki bazı ülkeler de kendi çaplarında kendi kimlik ve ideolojilerini yansıtan kişilikli filmler üretiyor. Bollywood bile Hollywood'dan fazla seyircisiyle (2,6 ya karşı 3,6) kocaman bir endüstri olmuş. Fakir yığınları sinemayla oyalıyor. Peki, Türk sineması, TV'si, medyası içte ve dışta ne yapıyor? Zihinlerde ne canlanıyor? Bir "curcuna"dan ve "birbirini ağırlayan körler ve sağırlar"dan başka akılda kalan ne? Biz uzun vadeli işlerle uğraşamayız diyorsanız, uğraştığınızla kalır, netice alamazsınız. Türk halkı, yurt dışında da ülkeler ve pazarlar bulunduğunu, ekonomik-sosyal kalkınmanın yolunun pazarlamadan geçtiğini henüz 80'li yıllarda görmeye başladı. Gün olur, gelecekte bir nesil, kendi ülküsünü, hayat tarzını, fikrini, dinini, inancını ve küresel stratejisini başkalarına "ihraç etmeyi" de öğrenir. Başkalarının dayattığı stratejilere halkımızı uydurmaya çalışmaktan ve bize biçilen donları giymekten ne zaman kurtulacağız? Gözlere, beyinlere ve gönüllere insanca girmeyi ne zaman öğreneceğiz? Mübarek Ramazanda bu sene bakalım neler göreceğiz? > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)