İ mi de mi o mu?

A -
A +

"Danışan dağ aşmış, danışmayan düz yolda yolunu şaşmış" sözünü biliriz, ama nedense hiç danışmayız. Hikâye malum: Ressamın biri, sergisindeki bir resmi dikkatle inceleyen birinin resimdeki çizme hakkındaki tenkitlerine kulak kabartır. Anlar ki, adam haklıdır. Mesleğini sorar. Adam çizmecidir. Muhabbet ilerler, adam kendisinin dinlendiğinden hız ve cesaret alarak, resimdeki kavuğa, sarığa da kusur bulmaya yeltenince ressam, adamın ağzını kapatır ve o ünlü sözü patlatır: "Çizmeden yukarı çıkma!" Kurumlar, firmalar, belki de çizmeyi aşacakları korkusuyla halka-müşteriye sormazlar, danışmazlar, dinlemezler. Çocuğa, eşe, dosta, meslektaşa, uzmana danışmak zül sayılır. Öyle şartlanmışızdır ki, şimdi bize "ne seversin, ne giyersin, ne istersin" gibisinden sorsalar şaşırır, hatta kuşkulanırız. "Acaba niye soruyor ki?" diye. Çocuklara sormazlar, büyüklere sormazlar, bilenlere sormazlar, üniversitede maaş hesaplarını bir bankadan diğerine aktarırlar, hocalara memurlara sormazlar. Nükleer santral Sinop'a kurulsun mu? Halka sormazlar. Ama meydanlar boş kalmaz. Çevre örgütleri binlerce kişiyi meydanlara döker, "ferman onlarınsa, Sinop bizimdir" der, şarkı-türkü ve propaganda ile "Hayır!" kampanyası yaparlar. Otuz bin Sinopludan "Evet" diyenlerin sesi duyulmaz. Sesi çok çıkanların tercihi "halkın sesi" olarak takdim edilir. Bildiğini bilen, bilmediğini bilmeyen, bilmediğini bilen ve bildiğini bilmeyenler birbirlerine danışmıyorlar, tartışıyorlar. Tartışarak, hele bir de basın aracılığıyla tartışarak bir yere varacaklarını sanıyorlar. Meclisten kanun çıkarken günlerce tartışılır. Yasa Meclisten geçer, onay için tartışılır. İş mahkemelere düşer, yine tartışılır. Ne yazık ki, tartışmalar, asıl zemini olan vatandaş düzeyinde değil, "vatandaşın vergileriyle vazife yapanlardan kendilerine vazife çıkaranlar" arasında yaşanıyor. Vatandaşı doğrudan ilgilendiren bir kanun hazırlanırken, "vatandaş ne ister?" diye sorulmuyor. Bir araştırma yapılmıyor. Temsili demokrasiyi anlarım anlamasına da, milletvekili olsun, odaların başkanları olsun, hatta apartman yöneticileri olsun, temsilciler, temsil ettiklerinin gerçek tercihleriyle acaba ne kadar ilgileniyorlar? Bir yanda, "Halk-müşteri bilir, ona soralım" anlayışındakiler, diğer yanda "Halk-müşteri bilmez, onlara her şey sorulmaz" düşüncesindekiler de birbirleriyle tartışıyorlar. Müşteriye sormayı, ona danışmayı önemseyenler azınlıkta kalıyor. Günümüzde hemen her konuda "halkın nabzını tutmak", "halkı dinlemek", "halkı konuşturmak" için nice imkân ve fırsatlar var. Kamuoyu ve pazarlama araştırmalarının faydasını ve gücünü bilen ve bundan profesyonelce yararlanan firma ve kuruluşlarımız da var. Ama bunlar da nicelik ve nitelik itibariyle yetersiz kalıyorlar. Pazarlamada müşteriyi işin en başında ortak etmek eğilimleri giderek artıyor. Kitaplar yayınlanmadan önce internette tartışmaya açılıyor, görüşler alınıyor, eklemeler çıkarmalar yapılıyor. Romanın, dizinin nasıl sonuçlanmasını istedikleri halka soruluyor. Ürün geliştirmek için sürecin her kademesinde çeşitli denemeler ve tüketici testleri yapılıyor. İDO'nun İTÜ'ye hazırlattığı 8 vapurun tasarımını halkın beğenisine sunduğu "Haydi İstanbul, Vapurunu Seç" kampanyasını bu bakımdan önemli buluyorum. Müstakbel yolcularını/müşterilerini şimdiden geleceğe hazırladıkları için, müşteriyi ve tercihlerini daha işin başında hesaba kattıkları için İDO yöneticilerini başta Dr. Ahmet Paksoy olmak üzere kutluyorum. Böylesi "müşteriye saygı" kampanyalarının artarak devamını bekliyorum. Tartışma kavgadır, danışma saygı. Müşterisini muhterem bilen, ona danışır. İnsanlar gibi firmalar da tartışarak değil, danışarak olgunlaşıyorlar. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.