İşin başı baş

A -
A +

Bazen kendimizi yalnız, başsız ve sahipsiz hissederiz. Kimi zaman böylesi durumları arar, arzularız. O anlarda yalnızlık bizim için bir kaçış, bir kurtuluş olur. Ama bu kaçışlar uzun sürmez. Ya biri gelir bozar veya biz sıkılırız. Bazen yalnızlık, insana fena koyar. Bir hiç olduğu, bir işe yaramadığı hissine kapılır. Neyse ki, bu anlar da uzun sürmez, bir anda insanın aklı başına gelir, silkinir ve işine sarılır. Bunları bize yaptıran şuurumuzdur. Şuur, aklı başında olmak, neyi neden yaptığının veya yapmadığının farkında olmak demek. Dışımızdaki dünya göz, kulak, burun gibi beş duyumuzla beynimizdeki iç dünyamıza yansıtılır. Hayatımızı bu duyular altında kendi beynimizde, kendi dünyamızda yaşarız. Dışarıyı, manzarayı, gördüklerimizi beynimizdeki televizyondan seyreder, kokuları beynimizdeki algı merkezinde koklar, cisimleri beynimizde algılarız. Sesleri beynimizdeki hoparlörden duyarız. Okyanusları, ormanları, gökyüzünü, ayı, güneşi, çiçekleri, meyveleri beynimizdeki minicik bir alanda görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan bunları bize yaşatan, bütün hisleri algılayan bir şuur vardır. Biliyoruz ki, bu şuur beyni oluşturan sinir, sıvı ve yağ hücrelerinden ibaret değil. Hayat bu şuurla başlıyor. Bu ruh yoksa hayat olmuyor. Şuur gittiyse, ruh bedenden çıktıysa hayat geri gelmiyor. Başsızlık ürkütüyor. Başsız bir tavuğun kendisini görmek bir yana sadece resmi bile irkiltiyor. Başımızı yana çevirip gözlerimizi kapıyoruz. Hareket halindeki bir arabada direksiyonda kimseyi görmezsek, içimiz cız ediyor, elimiz ayağımıza dolanıyor. Firmalarda o kadar çok "baş", o kadar çok yetkili var ki, elini sallasan ellisi. Peki, içinde "baş"tan geçilmeyen bu işletmeler "baş"sız olur mu? Olabilir mi? Mümkün mü? Bu kadar çok "baş"ın baş olduğu bir işletme nasıl başsız ve başarısız kalabilir ki? İşletmelerde başsızlık (şuursuzluk-ruhsuzluk) nasıl bir duygudur ki? En büyüğünden en küçüğüne bütün işletmelerde, firmalarda, kurum ve kuruluşlarda ve hatta bürokraside, devlet yönetiminde, "en baş" mevkide bulunanlara bir hal olsa, bedendeki şuurun geçici kaybı gibi bir durum ortaya çıksa, "sistem" kendini bir süreliğine ayakta tutmak için otomatik tepkiler veriyor. En hayatî fonksiyonlarını korumaya yöneliyor. Bu sayede, "baş"sız bir süre idare etmek mümkün olabiliyor. Peki, bir işletme başını kaybetmişse, kendi başına, başını kaybettiğinin şuuruna varabilir mi? Bu sorunun cevabı da müşterilerde yatıyor. Bir işletmenin başsız/sahipsiz olup olmadığını anlamanın yolu, onun müşterilerine bakmaktır. Müşteriler iş yaptıkları bir firmada kendilerini düşünen birilerinin varlığını hemen hissediyorlar. Zaten bu duygu ve firmanın kendilerini sahipleneceğine olan inançları müşterileri o firmaya çekiyor. Şayet, firmada bir "baş" yoksa müşteri "o"nun yokluğunu hemen anlıyor ve derhal başka bir kapıya, rakiplere yöneliyor. Lütfen kendinize, işletmenize bir bakın. Aşağıdaki kelimelerden herhangi biriyle ifade edilen hedeflerinizi ekibinizle topyekun paylaşabiliyor musunuz? Değilse, sizin için acil müdahale de işe yaramaz. Olsa olsa, bir süre daha "bitkisel hayat"la idare edersiniz. Amaç, Arzu, dava, Dilek, düş, Emel, erek, eğilim, fantezi, garaz, gaile, Gaye, güdek, Hayal, hedef, heves, Hülya, İdeal, istem, İmren, iştah, iştiyak, kasıt, maksat, Maksut, Mefkure, meram, meyil, misyon, Murat, niyet, Özlem, rağbet, Rüya, Serap, şevk, talep, temenni, Umut, Ülkü, Ümit, ütopya, vizyon... Bunlar yoksa yaşamak neye yarar? Bir de bunları müşterilerinizle bir şekilde ilişkilendirebildiyseniz işte o zaman tadından yenmiyor. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.