Şimdi yerini çakmak aldı. Eskiden kibritten kuleler yapardık. Pek de boş iş sayılmazdı. Denge ve estetik duygularımızı pekiştirirdi. Biri gelir, "gıcıklık eder", alttan bir çöp çeker, yıkardı eserimizi. Veya iskambil kâğıtlarından yapılma kulelerimizi. "Kırk küpü üst üste dizseler, en alttakini bir çekseler, seyreyle sen gümbürtüyü..." Adam firmasını sıfırdan kuruyor, bir bebek hassasiyetiyle büyütüp, dünya çapında iş yapar hale getiriyor. Bir yanlış karar, ufak bir ihmal, önemsiz sanılan bir ihanet ve bir saldırı, her şeyi berbat ediyor. 30-40 katlı binalar yıkılmak için birkaç kolona bakıyor. Yılların emeği güzelim ormanlarımızı, bir izmarit yakıp kül ediyor. Kimi ihmal, kimi kasıt, ama küçük bir kıvılcım yetiyor. Pazarlamada, iş hayatında, siyasette, büyük emeklerle ortaya konan değerlerin ve itibarın, bir küçük ihmalle, önemsiz bir hatayla, bir sivilceyle, bir çürük elmayla, bir sinekle, bir fiskeyle, bir iftirayla, bir ihanetle, bir hainle nasıl paramparça olduğuna dair nice hikâyeler yaşandı, tarihte. Şimdilerde de yaşanıyor, gelecekte de yaşanacak. "Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." Devlet demek güç demek, güç demek itibar demek. İtibar yoksa firma da yok, marka da; güç de yok, devlet de... Bir Alman markasının, "itibarımı kaybetmektense paramı kaybetmeyi tercih ederim" diyen sloganını unutmadık. Geçen hafta meşhur bir ilaç firmasının tepe yöneticileri gözaltına alınıp, serbest bırakıldılar. Bir zamanların en itibarlı firmalarından biriydi. CEO'su da görevinden ayrılmak zorunda kaldı. İtibar gitti mi, gidiyor. Geçen hafta, Türkiye'de üretilip İsveç'te satılan bir ketçapın içinden, "..nis" çıktığına dair bir gazete haberi dillerde dolaştı. İşin aslı neydi, olay nasıl gelişmişti, sonucu neye bağlandı, bunların hepsi ayrıntı. Çorbaya sinek düştü bir kere. Çıkarsanız da fark etmiyor. Sinekleri baştan kovmalı. Yabancı basında ve bazı yerli kalemlerde, bizi kötüleyen, iftira eden, ülkenin itibarına ve geleceğine yönelik tehdit, aşağılama, ihanet ve saldırılar son zamanlarda sanki ivme kazandı. Benzer saldırılar, firmalarımız, markalarımız ve ürünlerimiz için de giderek daha fazla sıklıkla ve her an söz konusu olacak gibi görünüyor. Bunlara karşı dikkatli olmakta ve çok ciddî tedbirler almakta fayda var. Tasarlanmış krizlerle ve kasıtlı skandallarla karşılaşıldığında neyi, ne zaman, nasıl ve kimlerle birlikte yapacağımıza dair, hamaset ve heyecanlara değil bilimsel esaslara dayanan eylem planlarımızın olması lazım. Konunun, ciddiyeti ölçüsünde sıkı tutulduğunu görmek istiyoruz. Bu alanda neler yapıldığını bilmiyoruz. Ama bizim dışımızda bazı devletler itibarlarına titizleniyor, eğlenceli bir reklâma bile tahammül edemiyorlar. Bir haber: "Bulgaristan 'çorba reklâmı'ndan rahatsızlığını Türkiye'ye bildirdi. Dışişleri, RTÜK, firma yetkilileri ve Bulgar Elçiliği harekete geçti. Baktat'ın Avrupa'da çok ünlenen reklâm filminde gurbetçi bir karı-kocanın Türkiye'ye arabayla yolculuğu anlatılıyor. Eşi sürücüye, 'Ökkeş'im langsam (yavaş) git' derken, bir polis arabayı durduruyor. 'Komşi hızlı gittin 200 yuro' diyor. Sürücü 'Yuromu alırsın! Yok yuro!' deyince, çorba parası diye tutturan polise, 'Al sana çorba, parayı ne yapacan? Çorbanın hası burada?' deyip, basıp gidiyor." Gücümüzü, itibarımızı, birliğimizi, varlığımızı ve itidalimizi korumanın tam zamanıdır.