Takvime göre bugün Kadın Hakları Günü. Kadınlarımız, dünyadaki pek çok hemcinslerinden çok önce 1934 yılında seçme ve seçilme hakkına kavuştular. Siyaseti bilmem ama iki cins arasında pazarlama açısından bir asimetri, bir dengesizlik var gibi görünüyor. Gözlemlerimiz ve araştırmalar, satınalma kararlarında kadınların payının % 70'lerden az olmadığını gösteriyor. Bu oranı test etmek için bir markete, bir mağazadaki, erkekleri-kadınları saymak yeterli. Manzaraya bakılırsa, cüzdanların hâkimi kadınlar. Sırf kendilerine aldıklarıyla sınırlı değil, evlerine aldıkları, ortaklaşa kararla seçtikleri mallarda bile kadınlar etkili. Alışverişte kararları kadınlar veriyor. Ivır zıvırdan yiyecek içeceğe, evden arabaya kadar "kadın oylar" daha etkili. Erkeklerin kıyafetlerini bile onlar alıyor. Toplam cirolar üzerinde kadınların erkeklere nazaran büyük bir hâkimiyeti var. Kadınlarımız, seçme seçilme hakkını dört-beş yılda bir, ama alışverişlerdeki seçim güçlerini her gün kullanıyorlar. Bunu bilen pazarlamacılar da kampanyalarını hep kadınları dikkate alarak düzenliyorlar. Peki, pazarlama kampanyaları kimlerin eseri? İşte bu alanda pek fazla "kadın eli", "kadın parmağı", "kadın nefesi" göremiyoruz. İş âlemi genelde erkek egemen bir dünya. Hele hele tepelerde kadınlara neredeyse hiç yer yok. Camdan bir tavan kadınları yukarıya bırakmıyor. Çoğunluğu erkek pazarlamacılar kadınları daha iyi tanımak ve anlamak yerine, onların gönüllerini çelmeyi, ağlarına düşürmeyi, onları birer maşa-olta gibi kullanmayı daha kârlı buluyorlar. Müşteri cephesinde erkekler, mecbur olmadıkça alışverişe gitmemekle, zorunlu olarak girdikleri mağazadan/marketten en kısa zamanda çıkmakla, rasyonel davranmaya gayret ederek, pazarlamacıların baskısından kurtulabiliyorlar. Ama kadınlar öyle değil. Kadınların alışverişteki yükleri de ağır, işleri de zor. Onlar için alışveriş adeta her şey. Öyle ki, kimi zaman keyif veren bir tutku, kimi zaman ıstırap veren bir hastalık. Bazen zevkli, bazen sıkıntılı bir iş. Promosyonlar, kampanyalar, kredi kartları, taksitler, renk düzeni, müzik, aromalar hepsi, tüketicilerin daha fazla alışveriş yapmaları için. Özellikle kadınlar, ürünün veya ortamın cazibesine kapılarak gereksiz alışveriş yapıyorlar. Alışverişi, bozuk morallerini düzeltme vasıtası olarak görüyorlar. Alışveriş yapamazlarsa huysuz ve huzursuz oluyorlar. Bunu bilen çoğu erkek sınıfından pazarlama yöneticileri de "müşteriyi avlamak" için birbirleriyle yarışıyor, her gün yeni taktik ve stratejiler geliştiriyorlar. Bu stratejilerin çoğu küçük bir kesime yönelik. Medyanın yansıttığı görüntüler, Türkiye'yi tam yansıtmıyor. Ama bunlar, "imaj dünyasında" gösterilenlerden çok farklı bir hayat yaşayan sessiz çoğunluğu da ister istemez etkiliyor. Bazı kadınlar pazarlama saldırılarından öylesine ürkmüşler ki, Özlem Seller'in Alaturka Satış Stratejileri kitabına göre, gelecek korkusu taşıyorlar. Kendileri için değil, aileleri için yaşıyorlar. Alışverişte kararsız ve güvensizler. Yanlarında akıl danışacakları birini arıyorlar. 'Ben akşam kocama sorayım, yarın yine gelirim' diyorlar. Fiyata bakıyorlar. Kendi bütçelerini tek başlarına kullanma kararı veremiyorlar. Komplike ürünler kafalarını karıştırıyor. Kendilerini yalnız ve savunmasız hissediyorlar. Sadece bizde değil, Berenice Kanner'in "Kadınlar Ne İster?" kitabındaki rakamlara göre, kadınlar ABD'de bile, sıfatları öyle olmasa da, hâlâ çamaşırcı, aşçı, temizlikçi, hizmetçi, kapıcı, bekçi gibi rollerle birlikte anılıyor. Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 71 yıl önce kavuştular. Siyasî oylarını ne kadar özgür kullanıyorlar, bilemem. Ama pazarlarda özgürce oy verme hakkına henüz kavuşamadılar. Erkek güdümündeki firmaların görünür-görünmez saldırılarından kendilerini kurtaramadılar. Altından nasıl kalkabilirler, bilmiyorum.