Son yıllarda bu memlekette öyle değişmeler yaşanıyor ki, gerçekte neler olup bittiğini ancak yıllar sonra anlayabileceğiz. Öyle değişikliklere şahit olacağız ki, bunlar daha önce niye yapılmadı diye şaşacağız. Yeter ki, kafamıza göre takılmaktan kurtulalım. Gençlerin dilinde "kafana göre takıl" tabiri, canının istediğini yap, keyfine göre davran demek. Gidişat öyle gösteriyor ki, ne gençlerimiz, ne âkil adamlarımız, ne firmalarımız, ne kuruluşlarımız, kısacası hiçbirimiz bundan sonra, istesek bile, "kafamıza göre takılamayacağız". Her alanda, başkalarıyla bir arada yaşayabilmenin yollarını öğrenmek, birbirimize bağlı ve bağımlı olduğumuz gerçeğini tez elden kabullenmek zorundayız. Geçen hafta gazetemizde yayınlanan, "Sözleşmeli tarım, ihracatı patlattı" haberi, kafamıza göre takılmazsak neler kazanacağımızın güzel bir örneğiydi. Lütfen perşembe günkü gazeteye bir daha bakınız. Bu haber vesilesiyle bir kere daha gördük ki, pazarlama, başka alanlarda olduğu gibi, tarımda da, hak ettiği yeri almaya başlıyor. Eskiden çiftçimiz, babadan kalma ve bölüne bölüne kuşa dönmüş minicik tarlasında dededen gördüğü ürünleri, babadan gördüğü usullerle eker biçer hasat eder, üçe beşe bakmaz, bir an önce elden çıkarırdı. Kazanmışsa "Allah bereket versin", zarar etmişse, "Nasip bu kadarmış" der geçerdi. Ne pazarla, ne müşteriyle, ne dağıtımla ilgilenmezdi. Ama şimdi, sözleşmeli tarım projeleri sayesinde, pazarlamanın, zurnanın son deliği olmadığını, "daha işin başında, tarlayı seçmeden, toprağı hazırlamadan, tohumu atmadan çok önce başladığını" öğreniyor. Bir fotoğrafçı, daha deklanşöre basmadan, "bu çektiğim fotoğraf kimin işine yarar, bu fotoğrafı kime satabilirim, kaç para eder, bu fotoğrafı kim, nerede ve ne maksatla kullanabilir?" sorularını sormazsa, kazanamıyor. Üretim tüketime dönüşürse bir anlam kazanıyor. Önce üretelim, sonra satalım düşüncesi külliyen yanlış. "Kim ne ister? Ben ne satabilirim? Bunları ekonomik olarak üretebilir miyim? Üretim için gerekenleri nasıl ve nereden tedarik edebilirim?" türünden sorulara cevap bulmak gerekiyor. Yani, önce üretim sonra tüketim çizgisini tersine çevirip, önce tüketim sonra üretim denmeli. İş yapmak, bir imalat yapıp malına müşteri beklemek olmaktan çoktan çıktı. Şimdi, tedarikten üretime, üretimden satışa, satıştan müşteri memnuniyetine bütün safhaları bir arada yöneterek başarılı olunabiliyor. Sözleşmeli tarım, pazarlamadaki "Tedarik Zinciri Yönetimi"nin tarıma uygulanmış hali. Firmalar, akıllarına esen malları üretmek ve kendi başlarına iş yapmak düşüncelerini terk etmek zorundalar. Dünyaya açılan, ihracat rakamlarına rekor üstüne rekor kırdıran binlerce başarılı firmamız, pazar için üretim kavramını öğrendiler, öğreniyorlar. Tedarik zincirlerinde bir halka olmayı kabullendiler. Bunun, serbest iradelerini sınırlandırdığını, ama böyle yapınca daha çok kazandıklarını da fark ettiler. Pazarlamayı, ip üzerine dizilmiş tespih taneleri gibi, firmalar üstü bir şebeke düzeni içinde yürütmek gerektiğini ve imâme olmakla daha da çok kazanacaklarını öğrendiler. Sözleşmeli tarım, üreticiye fiyat garantisi veriyor, fiyat dalgalanmalarına karşı onu koruyor. Üretici, neyi ne kadar üreteceğini, ne kazanacağını biliyor, teknik olarak bilinçli üretim yapıyor, tohumdan ilaca, bilgiden eğitime varıncaya kadar uzmanlardan destek alıyor. Bu sayede, nihai tüketici de, yediği sebze-meyvenin hangi topraktan, hangi şartlarda, hangi vitaminlerle yetiştirildiğini biliyor. Alan da satan da, yapan da yaptıran da kazanıyor. Tespihteki her tane, kârdan ve dualardan nasibini alıyor. Kafasına göre takılmayanlar, bu dünyada bile daha çok kazanıyor.