İnsanlar nasihatten, başkalarının kendilerine akıl vermelerinden hoşlanmıyorlar. İnsanlarla bitecek işlerde, arka kapıyı kullanmanın yeni yolları aranıyor. Eskiden farkına varılmayan, imkân bulunmayan ince ayrıntılar gündeme geliyor, önem kazanıyor. Konuşurken ses tonu ve mimikler, yazarken kelimeler ve harf karakterleri anlatım gücünü arttırıp azaltabiliyor. Bir gazetenin, bir kitabın, bir derginin, bir web sayfasının, görsel ve grafik düzenlemesi okuyucuyu etkiliyor; albenili veya itici, tedirgin edici olabiliyor. Kaliteli bir hat gönüllere işliyor, insanın baktıkça bakası geliyor. Çevremizi kuşatan marka, logo, ambalaj, afiş, reklam tasarımlarından fışkıran duygular, günlük hayatımızı ve ilişkilerimizi alttan alta etkiliyor. Sebebini bilmediğimiz huzursuzluklara veya temelsiz mutluluklara kapılabiliyoruz. Her yazı tipinin, bir karakteri olduğu, belli bir duyguyu yansıttığı, insanların kendi karakterleriyle fontun karakterleri arasındaki uyumdan mutlu; uyumsuzluklardan rahatsız oldukları giderek daha iyi anlaşılıyor. Tipograflar, (harf biçim uzmanları) fontların ince bir propaganda biçimi olduğunu artık biliyorlar. Aynı metin farklı fontlara büründüğünde okunurluğu, beğenilirliği ve uyandırdığı duygular değişebiliyor. Harfin yoğunluğu, kalınlığı, bükümleri, noktaları, yerleşmesi mesajın tonunu, ruhunu ve havasını yansıtabiliyor. Erkeksi, kadınsı, cüretli, ürkek, cesaretli, heybetli gibisinden bir sürü duygu harflerle aktarılabiliyor. Yazı tipleri bir e-postayı okuyup okumayacağımızı, bir kitaptan hoşlanıp hoşlanmayacağımızı etkileyebiliyor. (Kanadalı bir öğrenci profesörlerin Georgia karakteri ile yazılan dönem ödevlerini daha yüksek notlarla değerlendirdiğini fark etmiş.) İşimizde ve ilişkilerimizde, ne söyleyeceğimiz kadar zamanına; sözlerimiz kadar, tonlara; kelimelerimiz kadar fontlara; mesajlarımız kadar ortama, çevrenin estetiğine ve tasarımına da dikkat etmek durumundayız. Aksi halde, "kellim kellim lâ yenfâ" (söyle söyle ne fayda) olabiliyor. (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)