Pazarlamacıların temel görevi, hayatı işle, işi hayatla buluşturabilmektir. Kendine müşteri seçtiği insanları ve hayatlarını tanımak, bu hayatların içinden, kendine, firmasına, ürününe bir yol bulmak, bir bağlantı kurmak; ürünüyle, firmasıyla, markasıyla ve şahsıyla insanların hayatının bir parçası olabilmek... İşte bütün mesele!.. Peki, pazarlamacılar bunu başarabiliyorlar mı? Elbette belli performans ölçüleri var, ama bazı ince ayrıntılar da başarıyı tahmin etmemize imkân veriyor. Bunlardan biri de, gibi gibiyi çeker, kuşlar birlikte uçar, kuralı. Bilimsel araştırmalarla da desteklenen bulgulara göre, birbirine yakın özellikteki bireyler daha iyi anlaşıyor, birbiriyle uyuşan bireyler de zamanla birbirine benziyor. Bize öyle geliyor ki, bir mağazada, bir firmada, bir ekipte çalışanlar hâl tavır, giyim kuşam, duruş oturuşlarıyla birbirlerine ne kadar çok benziyorsa, o firmanın işleri de o kadar düzgün gidiyor. Başarılı firma ve markaların sadece personeli değil, işleri de birbiriyle ahenkli oluyor, müşterileri de aynı tornadan çıkmış gibi birbirine benziyor. Kırık dökük firmalarda ise, bırakın çalışanları, müşteriler bile homojen olamıyor. Uyum ve ahenk sanki bir ayna... Evli çiftlerin şimdiki ve 25 sene önceki tekli resimleri üzerinden bir araştırma yapmışlar. Deneklere bir resim gösterip, hangisi bunun eşi olabilir diyerek, biri resimdeki kişinin gerçek eşi olan beş kişiden birinin resmiyle eşleştirmelerini istemişler. Aynı işlem, 25 yıl sonraki resimleri üzerinden yapılmış ve resimler üzerinden gerçek eşleri teşhis (tahmin) etme oranı anlamlı derecede yüksek çıkmış. Yani, eşler yaşlandıkça, birbirlerine benzeşiyorlarmış. Deney sonrası anketler başka bir gerçeği daha ortaya çıkarmış. Çeyrek asırlık evliliklerinde daha çok değişip birbirine benzeyen eşler daha mutlu; birbirini seven eşler de zaman içinde birbirlerine daha da benzer oluyorlarmış. Bir bilenler bu kıssadan iş hayatı ve pazarlama için daha ne gibi hisseler çıkarırlar, kimbilir! > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)