Markette alışveriş yapıyorsunuz. Bir markette her şey plastik torbalara dolduruluyor. İstediğin kadar var. Ortalık torbadan geçilmiyor. Bir market torbada biraz cimrilik yapıyor. Her yere torba koymuyor. İstemeden torba vermiyor. Başka bir market torba için ayrıca para alıyor. İsteyenlere, çevreci bir kuruluş adına bez torbalar satıyor. Bir yabancı ülkede mahallî idare kâğıt veya bez torba kullanımını teşvik için plastik torba kullanan marketlere ceza kesiyor. Siz hangisini tercih edersiniz? Trafikte seyir halindesiniz. Soldan mı, ortadan mı, yoksa emniyet şeridinden mi gidersiniz? Akıp giden trafik içinde, yarış edercesine, herkesi sağlar, sollar, arkadan far yakar, klakson çalar, geçer gider misiniz? Yoksa kimse yolda kalmaz deyip, sabırla bekler, şeridinizde mi kalırsınız? Suyu, elektriği, gazı, benzini kullanırken, "parasıyla değil mi, istediğim kadar kullanırım" mı dersiniz? Yoksa "bunu bulamayanlar da var", "bulamayacağımız günler de gelir", "bir gün bunlar da tükenecekmiş, küresel ısınma ciddî bir problem olmaya başlamış", gibi düşünceler de aklınızdan geçer mi? Kafanız bozulduğunda, birine kızdığınızda, kalkıp üç kurşunla işini bitirmeyi, böylece dünyada kahraman olmayı düşünür müsünüz? Daha sonra hepimiz şuyuz-buyuz deyip ortalara dökülür; yakaladığınız suçluyla resim çektirme, partinize, gazetenize, televizyonunuza taraftar-okuyucu-seyirci kapma yarışına girer misiniz? Nasılsa bir ev, iş, aş ve eş bulurum düşüncesiyle, tası tarağı toplayıp İstanbul'a göç eder, ardından, "nerde bu devlet, nerde bu belediye, nerde yol, nerede güvenlik" der misiniz? "İstanbul'da ne işin var?" diyen Başbakana kızar mısınız? "Hep ben kazanayım, başkası ödesin; rantın, kazancın hepsi hep benim olsun, masraf ve maliyet devletin ve başkalarının omuzlarında kalsın" düşüncesi size nasıl geliyor? Hayatımız ve tercihlerimiz belli "motifler" çerçevesinde oluşuyor. Bizi harekete geçiren dürtülerle şıklardan birine veya diğerine meylediyoruz. Türleri ne kadar çok olursa olsun, davranışlarımızı etkileyen motiflerin hepsi eninde sonunda, "fayda-maliyet" ilişkisine dayanıyor, bunu nasıl anladığımıza bağlı olarak şekilleniyor. Kişinin sadece kendi çıkarını düşünmesi, sadece hayatta kalmaya önem vermesi, yani "yaşama güdüsü", işin en aşağı basamağı. Birlikte yaşadığı öteki insanların hak ve çıkarlarını da düşünmeye başladığında kişi insanlığa adım atıyor. Sadece kendi ailesinin, cinsinin, ırkının, grubunun, firmasının, ülkesinin değil, şimdi ve gelecekte bütün insanlığın hak ve menfaatlerini gözetmeyi becerebildiği zaman da medenîleşiyor. Büyüyor, devleşiyor. Pazarlama bir bakıma "motif işleme sanatıdır." Müşterilerin motiflerini (güdülerini), ürünlere, firmalara, markalara bakışlarını yeniden şekillendirmek için gerekli faaliyetleri tasarlama, düzenleme ve uygulama işine pazarlama deniyor. Sadece iş dünyasında değil, bütün hayatımızda satış anlayışından pazarlama anlayışına geçememenin sıkıntılarını yaşıyoruz. Satış menfaatçidir, kendine yontar; rekabete, kavgaya, kısa vadeye, hep kazanmaya, yüksek kârlılığa odaklı, dar görüşlü, bencil ve içe kapanıktır. Pazarlama ise dışa açıktır, diğergâmdır; sürdürülebilirliğe, uzun vadeye, iş birliğine, ortaklığa, uzlaşmaya odaklıdır; geniş görüşlüdür, kendisi kadar, müşterisinin, müşterisinin ötesinde toplumun ve hatta bütün insanlığın kazancını hedefler. İnsana yakışan pazarlamayı bir anlayabilsek ve bir anlatabilsek... > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)