Ne okulda, ne dünyada, ne ülkede, ne ekonomide, ne ailede ve ne de insanın içinde şiddet hiç eksik olmuyor. Şiddet, bir mikrop gibi, insanın özünde hep var. Kökü kazınamıyor. Ancak, kontrol edilebildiği, körüklenmediği, ilişkilere ve davranışlara hâkim olmadığı sürece ciddî bir tahribata yol açmıyor. Şiddet, gücünü adaletin yerine ikame etmeye kalkanların sığınağı. Sabırsızlığın göstergesi. Dar görüşlülüğün, bencilliğin emaresi. Ufuksuzluğun, çapsızlığın, hedefsizliğin kamuflajı. Öfkenin ikinci adımı. Şiddet, kendini tanımayanların, dünyayı iyi okuyamayanların, "ötekine" saygısı olmayanların, başkasının varlığını ve haklarını kabul edemeyenlerin aşağılık bir silahı. Şiddet, gücü, sadece para ve silahtan ibaret sananların yöntemi. Zorbalık, gücünü, "insanı istismardan" alanların silahı. Asıl gücün "insan saygısı" ve "insana hizmet"ten geldiğini duymamışların tek aleti. Kendini güvensiz, çaresiz ve güçsüz hissedenlerin bildikleri tek çıkış kapısı. Kabadayılık, zorbalık ve şiddet, başıbozukların, başıboşların, hedefsizlerin, çapsızların, kafasızların mesleği. Peki çare ne? dediğinizi duyar gibiyim. Ama önce bir masal anlatayım: Masal bu ya, timsahla fil dillere destan bir evlilik yapmışlar. (Reklamcılar da mesajlarını iletebilmek, dikkat ve ilgi çekebilmek için böylesi hiç olmayacak ilişkiler kurarlar.) İki sevgili(!) evliliklerini daha da mutlu hale getirmek için birbirlerinden habersiz hediyenin gücünden yararlanmaya niyet etmişler. Tabii ki, ikisi de eşine en değerli hediyeyi vermek istermiş. Timsah gölden en leziz ve en güzel balıkları yakalamış. Fil de pek sevdiği bitkilerin yemyeşil yapraklarının en tazelerinden bir demet toplamış. Heyecanla birbirlerine aynı anda hediyelerini sunmuşlar. Fakat sonuç hiç de beklendiği gibi iki taraflı bir sevinç çığlığı olmamış. Hatta yüzlerde ve duruşlarda bir hüsran, bir burukluk seziliyormuş. Masalcı anlatmamış ama biz biliriz ki, otçul fil için balıklar, etçil timsah için tazecik yapraklar "beş para etmez". Masal bu ya, bu absürd çift sonunda, herkesin kendisi için "en değerli" olanı "en sevdiklerine" vermenin, içinde bir iyi niyet olsa da, tek başına bir işe yaramadığını anlamışlar. İlişkilerde iyi niyet yanında başka bir şey de gerekiyormuş. Masalın sonunda, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve kendisinin zaten yemeyeceği ama onun çok beğeneceği balıkları; timsah da, gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları verirler. Son sahnede ikisinin de yüzünde mutlu bir ifade görülür. Mutludurlar zira birbirlerini anlamaya, birbirlerini tanımaya zaman ayırmışlar, "ötekini" (eşini, müşterisini, öğrencisini, vatandaşını) kendisine tercih etmişler, kendi isteklerinin değil, karşı tarafın isteklerinin öne alınması gerektiğini anlamışlardır. İsterseniz bu masalı, iç politikaya da, dış politikaya da uyarlayabilirsiniz. Ama bu masal bana, "malı müşteri tarif ve tayin eder, üretici ve satıcı değil" sözünü hatırlattı. Keşke bu masalı daha önceden duysaydım. Mal kavramını anlatırken bir güzel kullanırdım. Pazarlamacılar da bazen fil ve timsah masalındaki kadar müşterilerine yabancı olabiliyorlar. Ekonomik ve sosyal alanlarda, siyasette ve ülke yönetiminde ilişkileri kuvvetlendirmek, ilişkilerde başarılı olmak, kimden neler alıp, kime neler verdiğimize bağlı. Ata et, ite ot verilmiyor. Okullardaki şiddeti düşünürken şu soru aklımdan çıkmıyor: "Gençlere ne verdik ki, şimdi ne bekliyoruz?" ---------------------------------------------------------------- (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)