Pazarlama dünyası, sadık müşterilerin varlığını ve sadakatin önemini nispeten yakınlarda, 90'larda, fark etti. Bir salgın gibi çeşit çeşit sadakat kampanyalarına giriştiler. Zaman içinde, yaptıkları işlerin yanlış ve zararlı olduğu, mantıktan yoksun, sakil, bayağı ve neticede başarısız kaldığı görüldü. Çünkü sadakatin aslında nasıl işlediğini tam olarak anlayamamışlardı. Anlayamadıkları husus şuydu: Sadakat de geçim gibi iki başlıydı. Firma, müşterinin kendisine sadık olmasını istiyorsa, kendisi de müşteriye ihanet ve onu istismar etmemeliydi. Müşteri mecbur değildi ama firma, iffetli bir gelin gibi davranmalıydı. İşte bunu göremediler. Okuyucu-gazete ilişkisinde sadakat, marka-müşteri sadakatinden, hatta eşlerin sadakatinden bile biraz başka bir şey, sanki. Dile kolay, tarihî değer taşıyan "Hakikat" isimli ilk sayısından bir milyon üstü tiraj günlerine ve kırkıncı yıldaki 152 sayfalık gazeteye gelinceye kadar, bir gün bile aksatmadan bir gazeteye okuyucu olabilmek ne demek? Yurt dışında olduğumuz dönemlerde bile üniversite kütüphanesine bir iki gün gecikmeyle gelen bu gazeteyi okumanın, onu gün aydınlanmadan kapıda hazır bulmanın anlamını bilebiliyor, arkasında yatan emek, acı, sıkıntı ve sevinçleri takdir edebiliyor, ona daha sıkı sarılabiliyor muyuz? Okuyucu-gazete ilişkisi özel ise, sanırım Türkiye gazetesi ve Türkiye okuru arasındaki ilişki çok daha özeldi ki, bu gazete dede-evlat-torun üç neslin hayatının bir parçası olmayı başarabilmişti! Bu gazetenin, okuyucularıyla kesintisiz kırk yıl birlikte olması, sadece okuyucu sadakatiyle açıklanamaz. Onun kırk yıl boyunca, okuyucusunu, müşterisini aldatmamış, ihmal etmemiş, satmamış olması da çok önemlidir. Kırk yıllık okuyucusu olarak, bu nazlı gelinin, gazetenin, mavi boncuklu amblemi altında bize de iki bin vuruşluk bir alan lütfeden büyüklerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Bunun ne büyük bir lütuf, nimet ve sorumluluk olduğunu zamanla daha iyi anlayacağız, inşallah. Nice kırk yıllara Türkiye'm! > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)