Öğrenen değil düşünen

A -
A +

"Öğrenen organizasyon" laflarını orada burada hâlâ duyarız. Öğrenmek iki yoldan olur: Ya tecrübeyle veya hocayla. Hoca kimden öğrenecek? Ya kendi tecrübesiyle veya başka bir öğreten elinden. O ondan, bu bundan ise, organizasyona kim öğretecek? Basit bir mantık, öğrenen organizasyonla öğreten organizasyonun aynı kapıya çıktığını söylüyor. Üstelik hiç kimse öğretilmekten hoşlanmıyor. Kimin öğreteceği dışında birkaç soru daha var: Ne öğreteceğiz? Öğrettiğimiz şeyler, "öğrenilinceye" kadar zaman içinde eskimeyecek mi? İş hayatının bugün ulaştığı hız ve rekabet düzeyi, "önce öğrenelim, sonra yapalım", "bir yandan öğrenelim, bir yandan düzeltelim"e imkân bırakmıyor. Birilerinin öğrenmesi ve daha sonra öğrendiklerini başkalarına öğretmesi için geçen süre ne kadar kısaltılırsa kısaltılsın, "öğrenen organizasyonlar geçmişe takılan organizasyonlar" olmaktan kurtulamıyor. Rakip sizin öğrenme-öğretme hızınızı her an alt edebiliyor. Aslan karşısında silaha davranacağı yerde daha hızlı koşmak için koşu ayakkabısına uzanan Japon'un hikâyesi seminerlerde hâlâ anlatılıyor. Öğrenmek de, hız da taklit edilebiliyor. Siz, öğrenen organizasyon haline gelinceye kadar, rakibiniz pazardaki başarılarıyla "size de öğreten bir organizasyon" haline gelmiş olabiliyor. Sıradan işler yapmak, herkesin yaptığı işi yapmak, başkalarının yaptığı işi daha iyi yapmak artık yetmiyor. Dahası, işleri daha hızlı yapma becerisi de artık yetmemeye başladı. Bir fikirle bir el, bir anda elden üstün oluveriyor. Devir "Düşünen Şirket" devri. Çünkü ancak düşünen, fikir üreten insanlar "sıçrama" yapabiliyor. Bir çizgi üstünde giden, kurallara uygun davranan, belli bir rayda kalan, belli bir istasyona varıyor. Ama istasyonlar yerinde durmuyor. Piyasa bir yarışsa, yarışın sadece bir galibi oluyor. Diğerleri çuf çuf ettiğiyle kalıyor. Hayat, iş hayatı, rekabet, görevler hepsi birer yarış. Mühim olan son yarış. Bu yarış, "sıra dışı olmayı", "çizgiden ayrılmayı", "çizginin üstüne çıkmayı", "yapılmamış olanı yapmayı", herkesin yürüdüğü-koştuğu yerde sıçramayı, yoldan çıkmayı, kestirmeler bulmayı, "çizgi dışında düşünme"yi gerektiriyor. Labirent içinde dolaşıp çıkış deliğini aramak devri bitti. Başarı, labirentte nereyi deleceğini, nerede yeri kazacağını, nerede duvardan atlayacağını bulabilmeye bağlı. Ve asıl marifet bütün bunları başkalarıyla bir arada, şirket bütünlüğü ve hatta firmalar topluluğu içinde yapabilmekte. Tek başına "düşünmek" de, "sıçramak" da sonuç getirmiyor. Şirketler "düşünen insanlar topluluğu" haline gelmek zorunda. "Düşünen şirket" kavramı orada burada kendini hissettirmeye başlıyor. Şirketler, çalışanlarına tecrübelerini öğreterek değil, şirketlerini "düşünmeyi kolaylaştıran ortamlar" haline dönüştürerek yardımcı oluyorlar. Şirketler ürün değil aslında fikir satıyorlar. Yakından bakarsak görürüz: Şirketler ürün satmıyor, düşünce satıyor. Dünyada her gün birtakım duvarlar çöküyor. Bugün bilginin ötesinde, bilgiye dayanarak üretilen fikirler geçerli akçe oldu. "Akıllıca düşünürseniz, yeniklikçi yaşarsanız, sermayenizi fikirlerinizden oluşturursanız, sınırsız bir potansiyele sahip olursunuz. Yenilikleri keşfeden insanların, kitleleri hayal bile edemeyeceğimiz ölçülerde değiştirebildikleri bir çağda yaşıyoruz. Doğru olanı yaparsanız sadece kendinizi yeni bir düzeye yükseltmekle kalmazsınız, aynı zamanda hepimizi harekete geçirecek bir güce de sahip olursunuz..." (Joey Reiman, "İyi Yaşamak İçin..." kitabından) Düşünen şirket olmanın bir yolu, fikir sahipleriyle "sohbet"lerden geçiyor. Sohbetten mahrum kalan, kendini de başkasını da düşünemiyor, çok şeyden mahrum kalıyor. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.