Geçen hafta bilim kurulu üyesi olarak katıldığım ve bu yıl dördüncüsü toplanan Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi'nde "bilgi toplumu" temasıyla bilginin topluma, ekonomiye, bireylere etkileri üzerinde duruldu. Bilgi toplumunun neresindeyiz? Ne durumdayız? Ne yapmalıyız? sorularına cevaplar arandı. Bu vesileyle, bilgi ve iletişim sektörleri itibariyle henüz tüketici-alıcı konumundan çıkıp üretici-satıcı duruma gelemediğimiz gerçeği ile bir kere daha yüz yüze geldik. Manzara o ki, Türkiye yeterince bilgi üretmiyor, sadece tüketiyor. Güçlü ülkelerde geliştirilen sistem, teknoloji, araç ve bilgiler için büyük ve büyüyen bir pazar durumunda. Veri saklama ve aktarma işlemlerinde verimlilik her 1,5 yılda ikiye katlanıyor. Bugün alınan bir ürün ertesi gün yeniliğini kaybediyor. Ancak, 2,5 milyar TL'nin altındaki bir aylık gelir yetmiyor, kitleler teknolojiye erişemiyor. Kalkınmış ülkeler, bilgi ve teknolojide de önde koşuyor. Ama bu zinciri kırmanın yolu da yine bilgi toplumu olmaktan geçiyor. Bilgi ve iletişim sektörü doğurgan bir sektör. Bilgi alanındaki gelişmeler, binlerce alanda başka teknolojik gelişmeleri tetikliyor ve yüzlerce sektörü doğrudan etkiliyor. Bilgide otomasyon her alanda ve hatta entelektüel alanda bile yeni otomasyonlara da yol açıyor. İşçi sınıfının yerini "bilgi çalışanları" alıyor, insana ihtiyaç olmadan bilgi alma, saklama, iletme ve kullanma işleri daha hızlı, daha güvenilir ve daha aksaksız yapılabiliyor. Fizikte ve teknolojide ortaya çıkan gelişmeler sayesinde, kendine has özellikleriyle yeni bir ekonomik yapı ve ilişkiler seti ortaya çıkıyor. Yeni ekonomi, dijital ekonomi, tekonomi gibi isimlerle de anılan bilgi toplumu, esas olarak bilgiye dayanıyor. Bilgisi olan güçleniyor. Ama meraklısının bilgiye ulaşması da giderek kolaylaşıyor. Sanallık ön planda, ama fabrika-teçhizat, arazi gibi "eski" girdiler artık bir şart olmaktan çıkıyor. Aracılar ortadan kalkıyor, ekonomik aktörler arasında, kişiler arasında doğrudan ilişkiler kolaylaşıyor, rekabet iki tık arasında cereyan ediyor, köyde olup dünyayla yarışmak mümkün oluyor. Yenilik önemli bir rekabet aracı oluyor, eskime hızlanıyor, bir fikir kısa zamanda dünyayı kasıp kavurabiliyor. Yeni fikri olan kazanıyor. Fikir üretmek için de herkeste olan beyni "farklı bir şekilde çalıştırmak, kullanmak" yetiyor. Hızlı davranan kazanıyor. Hız ise, bilgiyi ve işleri hızlandırınca kendiliğinden artıyor. Türkiye'nin "bilgi toplumu"na ayak uydurabilmesi için milyonlarca "parlatılmış beyine" ihtiyacı var. Yurt dışında veya içinde hiç fark etmez, Türkiye sevdalısı bütün beyinleri harekete geçirmesi, hem içeriye doğru hem de dışarıya doğru akan güçlü bir "beyin göçünü" teşvik etmesi, beyinleri en hızlı gelişeceği ortamlara yöneltmesi gerekiyor. Beyinlerini randımanlı olarak kullanmayı beceremeyen, pasif öğrenime şartlanmış bir toplumun, içindeki çıkmazdan kurtulması için, her şeyden önce, bilgi ve teknoloji ürünlerinin "fakir bir müşterisi" olmaktan başka alternatiflerinin de olduğu gerçeğinin farkına varması gerekiyor. Bilgi ekonomisinde, üretici-tüketici ayrımı/farkı da ortadan kalkıyor. Aynı anda ve hatta aynı ürünler için hem üretici hem de tüketici olunabiliyor. Uzaktan kumanda ve fareden başka teknoloji bilmeyen bilgi tüketicileri de isterlerse birer bilgi üreticisi olabiliyor. Bunun için gereken kuvvet ve kudret, parmaklarımızın ucunda duruyor. Bireyler, firmalar ve devlet organları, iflas etmek ve "bilgi ve teknoloji çöplüğü" haline gelmek istemiyorlarsa tükettiklerinden daha fazla bilgi üretmek zorundalar. Parmakları uzaktan kumanda ve farenin tuşlarında gezinen bir ulus, parmakları klavyede gezinen uluslara yenilmeye mahkûmdur. Parmaklara dikkat!