Geçen hafta Mecliste Anayasa ve YÖK Kanunu değişiklikleri ve İktisat Kongresi etrafındaki tartışmalara aldırmadım ama, "Büyük Kapışma" başlığını görünce dayanamadım. "Kim kiminle kapışıyormuş" merakıyla devamını okudum. "Pazarlamayı yeniden keşfetmeye hazır olun" sözlerini de duyunca, merakım iyice bilendi. Bir de peşinden "Yeni ekonomik düzen fiyat rekabetini bitirdi. Şimdi ne yapacaksınız?" sorusunu görünce dayanamadım, İnfomag dergisindeki kapak konusunun içine düştüm. Maşallah, giderek daha sık duyar olduk. Yıllardır milletin dilinden pazarlama kelimesi düşmezdi ama, bu kelime, pazarlamadan başka her şeyi anlatmak için kullanılırdı. Biz ise, gece gündüz, konuşarak yazarak, "gerçek pazarlama"yı anlatmaya çalışırdık. Vahşet hâlâ sürse de, Türkiye yavaş yavaş "gerçek pazarlamayla" tanışmaya doğru gidiyor. Geçmişte pazar dışı faktörler üzerinden yürütülen rekabet asıl zeminine oturuyor. Enflasyon belirleyici özelliğini yitiriyor. Müşteriler alımlarında acele etmemeyi öğreniyor. Alırken daha dikkatli kıyaslamalar yapıyor. Müşteri kendi gücünün farkına varıyor. Büyük oyuncular karşısında küçük firmaların da müşteri kazanma şansları doğuyor. Rekabet dinamizm kazanıyor. Yıllardır dilimizde biten tüylerle nice kazaklar örülürdü. "Firmalar müşteri odaklı olmak ve müşterinin dünyasını tanımak zorundalar" diyegeldik. Şimdi yavaş yavaş, "bu budur, başka seçenek yoktur" anlayışı yerine, "bu da olabilir, şu da olabilir, hangisini istersiniz?" tarzındaki Kuvantumcu anlayış öne çıkıyor. Kaliteli veya ucuz tercihiyle kendini gösteren "veya" dünyası yerini, kaliteli ve ucuz, olarak ifade edilen "ve" dünyasına bırakıyor. Firmalar müşteri gözünde farklarını hissettirmek ve farkedilmek için pazarın bütününden çok, dikkatle seçilmiş alt bölümlerine ve hatta tek tek müşteriler düzeyine kadar inen mikronize pazarlara yönelmek durumunda kaldılar. Vahşi pazarlamadan gerçek pazarlamaya yöneliş basit bir gelişme değil. Toplumun her kesiminde yaşananlarla birlikte kendini gösteriyor. Değerli meslektaşım sevgili Yavuz Odabaşı, yeni kitabı "Postmodern Pazarlama"da, pazarın tüketici odaklı yeni haline dair yeni açılımları ayrıntılarıyla ele alıyor. (Kitap MediaCat yayını.) Başta siyaset, üniversite ve piyasalar olmak üzere, değişime direnenler, durup durup ortalığı gerenler, dünyada yıllardır cereyan eden postmodern dalgayı da es geçecekler, korkarız. Dünya değişiyor, bizimkiler hiç değişmiyor. Tas da hamam da aynı. Çağdaşlık ve çağdaş kelimeleriyle çınlayan bir ülkede çağdaşlık ötesini nasıl anlatırız bilemiyorum, ama postmodernizmin özellikleri arasında, "genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin reddi, çoğulculuğun ve parçalanmanın kabulü, farklılık ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi, mutlak değerler yerine yoruma açık seçeneklerden korkmamak, insanı ruh ve beden olarak bölen anlayışlarla hesaplaşmak" gibi hususlar yer alıyor. "Postmodern tüketici, aynı ürünü bir gün indirim mağazalarından alırken, başka bir gün Marks&Spencer ya da Beymen mağazasından alabilmektedir. Akmerkez'den alışveriş yapanlar ertesi gün Levent semt pazarına gidebiliyor. Akmerkez'deki bazı mağazalarda üstlerine denediklerini pazardan alabiliyor. Postmodern dünyada tüketiciler "istediği zaman istediği gibi" davranmak istiyor. Postmodern tüketici, bağımsızlığını, duygu ve tutkularını yaşamak istiyor. Birileri de buna engel oluyor. Bu direnme daha ne kadar sürecek?