Boykot, protesto, gösteri, miting ve benzerleri birer siyasî, ideolojik, kanunsuz hareketler gibi görünse de, bunlar iş ve siyaset hayatındaki bütün yöneticileri de yakından ilgilendiriyor. Protestonun da bir kültürü, bir bilimi var. Protestoların ne kadar etkili olabildiği, sonuç alıcı bir yol mu, yoksa bir şovdan ve dar çerçevede bir hareketten mi ibaret olduğu, literatürde ve uygulamada hâlâ tartışılıyor. Bunlar şayet bir işe yarıyor ve bir sonuca ulaşıyorsa, bunların devamı gelecek, gelecekte daha nice protestolar tarihe yazılacaktır. Bu tip hareketlerde iki taraf var. Protesto edenler ve protesto edilenler. Her iki tarafın kendi açılarından başarıları, protestolarda yaşanan, protestoyu oluşturan "pazarlama mekanizmasını" ne derecede doğru analiz edebildiklerine, bu alanda pazarlamayı ne derecede etkili kullanabildiklerine bağlı. Pazarlama belli hedef müşteriler nezdinde etkili olabilmek için girişilen iş, faaliyet ve hareketler olarak da tarif edilebiliyor. Tabii, bu arada, atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmesine de özen göstermek gerekiyor. Yani, kitleleri en ekonomik ve en verimli şekilde etkilemek gerekiyor. Boykot ve protestolarda az bir güçle nispeten büyük etkiler yapabilme potansiyeli var. Gerillalar, teröristler, baskıncılar işte bu güç asimetrisinden yararlanıyorlar. Bir de aklını kullanabilen pazarlamacılar... Hedef kitlesini tanımayan, ne batıda ne de bizde özel bir anlamı olan ithal sembolleri kullanan, yabancılara karşı çıkar gibi görünüp ithal markalara hizmet eden, bağırıp çağıran, gösteri-protesto teknik ve araçlarını dahi dışarıdan kopyalayan, bu konuda bile yenilik geliştiremeyen gruplar ve gençlerle; ne dünyayı, ne de gelişmeleri kavrayamayan, taassuba saplanmış beyinlerle, medyadaki kaşarlanmış ekiplerin dolduruşuyla bir netice alabileceğini sanan, pazarlamadan bihaber saflarla bir yere varılamıyor. Protesto ve boykot için dahi "pazarlama şart!" >> (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)