Dünya kupasında futbolcumuz bir yana, bir hakemimiz bile yok. Orada, milletler bütün kabiliyet, güç, teknik, taktik, oyuncu, yönetici, moral, estetik ve taraftar güçleriyle birbirlerine karşı milimetrik farklarla üstün gelmeye çalışıyor. Dev sanılanlar bir anda cüce, adsızlar bir anda şöhret oluyor. Burada ise, sadece seyrediyoruz. Bir bakıyoruz, ahali havaalanına yığılmış, bir yabancı futbolcu, bir fatih edasıyla karşılanıyor. Sanki Türkiye'de hiç futbolcu/direktör kalmamış, ithalden medet umuluyor. Sanki şampiyonluk şimdiden garanti. Sanki bir teknik direktör gidip, filanca gelirse iş bitecek. İş dünyamız da çok farklı değil. Bir süper yöneticiyle, bir üstün fikirle, müthiş bir inovasyonla, bir büyük kampanya ile başarı bekleniyor. Starlık, süperlik, tek adam, tek fikir, tek hareket, tek öneri devrinin kapandığı unutuluyor. Tekillik bitti, şimdi çoğulluk zamanı. İş yönetimi, bir açıdan, film yapımına benziyor. Her konuşma, sahne, karakter, kıyafet, arka plan, kamera açısı, renkler, ışıklandırma, hareketler, duruşlar hepsi ayrı birer fikir ürünü. Yönetmen, yapımcı ve diğer yöneticiler filmin her şeyi değil, işin sadece bir parçası. Ekipteki herkes, her aşamada yeni fikirler, buluşlar, çözümler ortaya koyuyor. Yöneticilere düşen iş, bu binlerce fikri anlamlı ve sonuca dönük bir bütünlük içinde tutmak oluyor. Her film gişe yapmak; her firma ve firmadaki herkes, müşteri bulmak, onları memnun edecek işler yapmak zorunda. Müşteri varsa, iş var, kazanç var. Müşteri yoksa hiçbir şey yok! Müşteri herkes için vazgeçilemez ortak bir amaç. Bu açıdan pazarlama, bir ekibi firmayı/takımı/ülkeyi asıl amacı olan müşteriyle/halkla bütünleştiren bir çimento, âdeta. Pazarlama, onu satış/propaganda ekibinden ibaret görenlerin ve her şeyi bilen(!) kişilerin elinden kurtarılmayı; müşterileri de işin bir parçası olarak gören, paylaşmayı seven bireylerin gönüllerinde daha da içselleştirilmeyi bekliyor. Amacına, yani müşterisine/halkına samimiyetle yönelenler kazanıyor. Kaybedenler didişiyor. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)