Sorulardan sorunlara...

A -
A +

ÖSS sonrasında gençlerimiz, doğru cevapladıkları soru sayısı kadar sevinçli veya hüzünlüler. Fert, aile ve ülke çapında ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik ve maddî problemlerimiz için bu ÖSS'nin hayırlar getirmesini diliyorum. Keşke sorunlarımız, "şıkları işaretlemek" kadar kolay çözülebilseydi. Test ve sınavlarda "soru çözme becerisi" öne çıkıyor. Ama bize asıl lazım olan "sorun çözme becerisi". Okulda, dershanede, üniversitede öğrencilere "sorun çözmek"ten çok "soru çözmek" öğretiliyor. "Soru çözme"yi ne kadar öğretebildiğimizi ÖSS'de "sıfır çeken"lerin sayısı ortaya koyacak. Ama gençlerimize "sorun çözme"yi öğretmede ne kadar başarılı olduğumuzu KHS (kişisel hayat sınavı) vakti gelince hepimize gösterecek. Çoğu öğrenci, üniversite sıralarındayken sadece mezun olmayı, ardından hemen bir işe girmeyi, orada kendilerine bir görev verilmesini bekliyor. Hazır işe konmak, hazır sorulara cevap vermek bir hayat tarzı haline gelmiş. Girişimcilik, önderlik, yenilikçilik, dinamizm gibi konularda tekliyorlar. Gençler bırakın sorun çözmeyi, soru üretemiyor, sadece önlerine konulan soruların doğru şıklarını bulmaya uğraşıyorlar. Hayatta, iş başa düştüğü zaman, ne problemin ne olduğunu, ne soruları, ne de soruların cevap şıklarının ne olduğunu kimse kimseye söylemiyor. Doğru şıkkın hangisi olduğundan kimse emin değil. Mesela bizim konumuz olan pazarlamada aynı problemin birden fazla çözümü, aynı sorunun birden fazla doğru cevabı, bir krizin birden fazla çıkış yolu olabiliyor. Her an değişen şartlar karşısında her gün yeni problemlerin farkına varmak, bunlara her defasında yeni çözümler bulmak mecburiyeti var. Dinamik, yenilikçi, farklı olanlar, farklı davranmayı becerebilenler kazanıyor. Birbirine benzer iki firma aynı işleri yaptığı, birbirini taklit ettikleri halde biri diğerinden daha fazla (veya daha az) kazanabiliyor. Biri batıyor, diğeri alıp başını gidebiliyor. Birbirine benzer iki firma, aynı şartlar altında, aynı problemler karşısında birbirine zıt çözümlere yöneldikleri halde her ikisi de kazanabiliyor. Gençlerimizi cevabı belli sorularla imtihan edeceğimize, onları küçük yaştan itibaren önce kendi sorunlarını, daha sonra başkalarının problemlerini çözmeleri konusunda teşvik etsek daha iyi olmaz mı? Onları pasif birer "şık seçici" olmaktan kurtarıp, "sorun çözen", doğru soruları sormasını bilen, doğru cevaptan önce doğru soruyu arayan, kendine güvenen beyinler olarak yetiştirmeye girişsek? Bendeniz kendi payıma düşeni yapmaya çalışıyorum. Herkese, her fırsatta anlatmaya uğraşıyor, "Pazarlamada doğru bir değil, bin tanedir. Herkesin doğrusu kendinedir. Herkes kendi hayatını yaşar. Her hayat pazarlarda yaşanır. Her başarı belli bir pazardaki başarıyla direkt bağlantılıdır. Pazarlamada doğruyu yanlıştan, başarılıyı başarısızdan ayıran asıl ölçü müşteri tercihleridir. Müşterinin parasını kazanan az, gönlünü kazanan çok kazanır. Müşteri haklıyı haksızdan ayıran (ama her zaman adil davranmayan) bir hakemdir" diyorum. Ama dinleyen kim? Piyasa-pazar deyince, milletin aklına para piyasalarından başka pazar gelmiyor. Hâlbuki herkesin bir pazarı var. Bakmasını bilirseniz etraf pazar kaynıyor. Etrafa bir de şöyle bakın: Kimin bir sorununu çözüyor, kimin derdine derman oluyorsanız o kişiler sizin müşterinizdir. Kimin bir hacetini gideriyorsanız, kime bir faydanız dokunuyorsa, kime hizmet ediyorsanız o sizin tüketicinizdir. Kimler sizin yaptıklarınız karşılığında size teşekkür etmek, bir karşılık vermek, size de bir iyilik yapmak arzu ediyorsa, işte onlar sizin pazarınızdır. Soru çözme faslı bitti. Yaz aylarını, sorun çözme, birilerini mutlu etme, pazar gerçeğini fark etme, pazar değerimizi artırma antrenmanlarıyla değerlendirsek; "sorulardan sorunlara" terfi etsek nasıl olur? > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.