Meclis, Toptan oylarıyla başkanını seçti. Sırada Çankaya seçimi var. Susuz semtlere su verilmeye başlandı. Ümitler yeşeriyor. İBB-Fener maçıyla Futbol Ligi de açıldı, daha ne isteriz. Artık, insanımız iş-aş konularından ziyade futbol muhabbetine başlayabilir. Spor yayıncılarının keyfi yerine gelir. İş ve işletme konularından daha fazla yer ve zaman işgal ederler. İş dergileri bu ülkede futbol kadar ilgi çekmez. Aslında Türkiye'de ciddî ve okunası iş dergisi de yok gibidir. Al birini vur ötekine. Aynı firmalar, aynı isimler, aynı konular, aynı havalar. Memleket sanki Nişantaşı'ndan ve iş kulelerinden ibaret. Futbol hem kendisi başlı başına büyük bir iş kolu, hem de anlayana iş dünyası için verimli bir tarla. Milyarlarca doların döndüğü küresel bir piyasa, ciddî bir pazarlama konusu. İş dünyasında pazarlama neyse, sporda pazarlama da öyle; olmazsa olmuyor. Bazıları her ikisine de uzak. Her şirket bir dünya markası, her kulüp bir dünya kupası peşinde. Bir reklâmla dünya markası olunmuyor. Bize bir dünya üçüncülüğü yetmiyor. Formasını millî giyim markalarına değil, NIKE'ın sponsorluğuna bağlayan bir millî takımla hiç olmuyor. Futbol gibi pazarlama da bir takım oyunu. Her ikisinin de evrensel kurallarını bilip uygulayanlar, pazarlamada müşteriyi, futbolda seyirci esas alanlar fark atıyor. Dünya ünlüsü futbolcularıyla kulüpler sahada da camiada da bir takım oyununu beceremeyip taraftarını mutsuz ediyor. Düzensizlik, kargaşa, didişmeler kişisel menfaatlerden çıkıyor. Şahsi kazancını ikinci plana atıp, takımın kazancına oynamak, bunu huy edinmek, cimriden cömertlik beklemek kadar zor. (Cimri bu dünyaya, cömert öteki dünyaya çalışırmış.) Sahadaki takımdan kulübe; kulüpten, camiaya; camiadan federasyona; futboldan iş dünyasına; hepsinin aslında büyük bir takımın oyuncuları olduğunu algılayabilirsek, oyuncusu, yöneticisi, medyası ve iş dünyasıyla birlikte Türk futbolu olarak topluca büyük bir takım gibi davranabilirsek futbolda da dünya markası oluruz. Seyirciye büyük iş düşüyor. Fanatik bağırış-çağırıştan, kör kör takım tutmaktan vazgeçip, futbol tutmaya başlarsa; adamını değil, kaliteli futbolu, yöneticiyi, kulübü, federasyonu ve medyayı alkışlar, fanatikleri yuhalarsa bu iş olur. Takım gibi oynayan takımı, takım gibi davranan kulübü, takım gibi işbirliği yapan sponsorları ödüllendirecek, diğerlerini cezalandıracak tek güç seyircidir. Seyirci takım tutmak yerine seçici olur, seyir zevki ararsa, spor pazarında liberalleşmenin, piyasa kurallarının da önü açılır. Babaların çanına ot tıkanır. Ne yazık ki, cimri cömert olamıyor. > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)