Üstüme vazife değil, lakin manzara öyle gösteriyor ki, ufaktan ufağa "seçim sath-ı maili"ne girdik bile. Öyle anlaşılıyor ki, özel sohbetlerde aylar boyu "seçimlerde kim kazanır?" sorusu dillerden düşmeyecek. Pazarlamanın tacı satıştır. Pazarlama yoksa satışın, satış yoksa pazarlamanın manası yoktur. Pazarlamanın güzelliği, başındaki tacından belli olur. Yıllarca uğraş, yatırım yap, satış yoksa hepsi boştur. Firmalarda her dönem, aylar yıllar öncesinden başlayıp ince hesaplarla hazırlanan stratejiler ve bunu hayata geçiren taktik ve manevralarla devam eden uzun soluklu bir çalışmadan sonra, gün gelir, sıra "akla-kara"nın ayrıldığı ana dayanır. "İşte o an bir fırtına kopar, sanki o an yer yerinden oynar, sallanan gemi misali, sallanır durur içimde dünya." İşte o an, müşteriler neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair kesin hükmünü verir, mührünü basar. Akla kara ortaya çıkar. İşletmecilikte ve pazarlamada alınan kararlar, girişilen hazırlıklar, yapılanlar işler, hep tartışılır. Neyin "doğru-yanlış", "iyi-kötü", "yerli-yersiz" olduğu konusunda hem herkes haklı, hem de herkes haksız sayılır. Birine göre doğru olan diğerine yanlış. Birinin gözündeki güzel ötekine çirkin görünür. Ne olursa olsun, neticede asıl sözü müşteri, piyasa ve seçmen söyleyecektir. Bir şartla ki, gerçekten özgür bir seçim şansına sahip olabilirlerse. Ne yazık ki, pazarlama da, siyaset de müşterilerin ve seçmenlerin özgür seçim haklarını "perdelemek, etkilemek, kendi lehlerine, kâr ve ranta çevirmek" üzerine yapılır. Siyasetçide de, işletmecide de, ana-babada da, "kızı kendi başına bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır" anlayışı hâkimdir. Ne yapıp edip, kendi doğrularını halka ve müşterilere kabul ettirmenin yolunu bulmaya çalışırlar. Buna da pazarlama ve siyaset adını verirler. "Doğruyu piyasa ve müşteriler tayin eder" diyorsak da, müşterilerin bazıları veya bazen, kendisi, ailesi ve ülkesi için en doğru kararı bilemiyor, bulamıyorlar. Basit bir alışverişte bile, yaptıkları seçimden daha sonra memnun olmayıp, satınalma sonrası huzursuzluk duygusu yaşıyor, "iyi mi ettik, kötü mü" düşünmeden edemiyorlar. Öyle de olsa, böyle de olsa, müşteri oyunu kullandıktan sonra ortaya çıkan tablonun doğru olduğunu kabul etmekten başka çaremiz, başka bir ölçümüz yok. Siyasal pazarlama (political marketing) alanında yazıp-konuşan arkadaşlarımız daha iyi bilirler, seçmen davranışı ile müşterinin marketteki davranışı birbirine çok benziyor. Sandıktan çıkmaya çalışan mallar, markettekiler kadar çok çeşitli olmasa da, seçmen listesinde markalar-logolar çarşaf gibi bir listeye ancak sığıyor. Buna mukabil, belli bir müşteri (pardon seçmen) için üzerinde durulacak marka sayısı ikiyi üçü geçmiyor. Marka (parti) fanatikleri, yüzen gezen oylar, kararsız seçmenler, stratejiler, reklâmlar, kampanyalar, promosyonlar, dağıtım kanalları ve olmazsa olmaz "satışçılar", neler, neler... Hepsi bu seçim döneminde sahneye çıkacakları zamanı kolluyorlar. "Maçı kim kazanır, doğruyu kim yakalar?" Bu sorunun cevabını şimdiden veremeyiz. Kim kadın seçmeleri ihmal etmiyor? Kim seçim stratejisinin sıkı bir piyade desteği olmadan sonuç vermeyeceğinin farkında? Kim satışsız pazarlamanın kör-topal, teşkilatsız ve teşkilat desteksiz bir partinin seçim kazanmasının bir hayal olduğuna inanıyor? Kim karar anına (oy verme gününe) yakın zamandaki bire bir çalışmalarıyla öne çıkıyor? Bu ve benzeri hususlara bakarak ileride belki bir tahmin yürütebiliriz. Teşkilatı kuvvetli olan kazanır, teşkilata asılmanın tam zamanıdır. Haydi hayırlı seçimler... > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)