Tiyatro mu, çözüm mü?

A -
A +

Pazardan ne alayım?" sorusu çoğumuzun ya dilindedir, ya da zihninde. Haftada bir sorulur. Seveni kadar hoşlanmayanı da var ama, semt pazarları, maalesef hayatın bir parçası. "Marka olmuş büyük pazarlar"da iğneden ipliğe hemen her şey bulunuyor. Memleketin dört bucağında haftanın belli günlerinde insanlar "semt pazarları"nda bir araya geliyor. Kimileri pazara çıkamazsa huzursuz oluyor. Sadece İstanbul'da 250 kadar pazar kuruluyor. 50 bin kişinin pazarcılıktan ekmek yediği tahmin ediliyor. İşi babadan oğula devam ettirenler var. Türkiye'nin en meşhur ve en büyük pazarları da İstanbul'da. Kadıköy Salı Pazarı, Fatih Çarşamba Pazarı, Üsküdar Cuma Pazarı, bunlardan bazıları. Kadınlar pazarların asıl müşterileri. Eski evimiz Çarşamba Pazarının göbeğindeydi. Gün doğumundan gece vaktine kadar bağrış-çağrış her hafta hayatımıza girer, o günkü işlerimizi etkilerdi. Hatırlarım, belediye, Çarşamba Pazarını sokak aralarından kurtarıp, iki adım ötedeki Çukurbostan'a indirmeye birkaç kere teşebbüs etmişti de, pazarcı esnafı, "meydan muharebeleri" sonunda galip gelmiş, pazar yerinden kıpırdatılamamıştı. Yavuzselim Camii'ne inen dörtyolda yer tutmaya başlayan bir grup seyyar satıcı o havaliyi "sabit pazar" haline dönüştürmüştü. Zabıta bir tur atar, boy gösterirdi. Zabıtanın ardından trafiğe de yayalara da aldırmaz, yolun ortasına "yayılırlardı". Geçenlerde gördüm, malum satıcılar aynen bıraktığım gibi duruyorlardı. Anlaşılan zabıta tiyatro oynamaktan bıkmıştı. İşportacılık da semt pazarlarına benziyor. Önce seyyar satıcılarla başlayan yerleşme, sonunda sokak ve caddeler üzerinde kurulu yerleşik bir pazar yerine dönüşüyor. Ekonomik ve sosyal hayatın bir yarası olarak kanamaya devam ediyor. Aksi yönde cılız sesler çıksa da, durum değişmiyor, müşteri, satıcı, zabıta ve belediye ilişkisi bir şekilde sürüp gidiyor. Pazardaki havaya bakıyorum da, insanımız, azarlanmaktan, "höt" "zöt"ten, fırçalanmaktan, laf atılmasından hiç de rahatsız görünmüyor. Bunlara rağmen pazarlar boş kalmıyor. İstenirse güzel şeyler de yapılabilir. İstenirse, semt pazarları için uygun alanlar ayrılabilir. Pazar yerleri daha temiz ve düzenli bir alışveriş mekanı haline gelir. Cadde ve sokaklar nefes alabilir. İstenirse, alışverişler kayıt altına alınabilir. İstenirse, marketler ve mağazalar, seyyarlarla ve işportayla rekabet edebilir. İstenirse, halkımız, temizlik, hijyen ve gıda güvenliğine biraz daha fazla dikkat edilen marketlere çekilebilir. Ama, bunun için basiretli mağaza ve market yöneticileri lazım. İşportadan şikayet edenler, müşteri çekecek yeni çözümler de üretmeliler. İnsanımızın, hem şikayet edip, hem de hiç bir şey yokmuş gibi davranması pazar yerinde de, siyasette de, ekonomide de geçerli. Halk "hem ağlarım, hem giderim" havasında. Geçen hafta İstanbul'da zabıta, pazar esnafı ve eğitimciler bir araya gelmiş, eğlence-şamata-gırgır, "iyi pazarcı" ile "kötü pazarcı" tiyatrosu oynamışlar. Pazar esnafını daha sevimli hale getirmek amacıyla eğitimler verilmiş. Zabıta-işportacı arasındaki kovalamaca sahneleri tarihe mi karışıyor ne? Tam anlamadım, zabıta mı pes ediyor, seyyar satıcılar mı? Tiyatro mu oynayacağız, çözüm mü üreteceğiz? Bir karar versek...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.