Üniversiteler ve bağışlar

A -
A +

Üniversiteler cübbeli törenlerle bir bir açılıyor. Rektörler "devlet daha fazla kaynak aktarsın" diyerek para, yaka paça sürüklenen protestocular ise "parasız üniversite" istiyor. Üniversite parasız olmuyor. Para için bir şeyler yapmak lazım. Mesela, her yıl, rektörler bütçe zamanı Ankara'dan tahsisat dilenirler. Yeni üniversitelerde yerel halkla kaynaşabilen yöneticiler eşraftan "pamuk eller cebe" hesabı yardım ve bağış isterler. Bağış sahipleri de elbette bir karşılık beklerler. Başka istekleri yanında, adları hep anılsın isterler. Üniversite binaları "plaka"dan geçilmez oldu. Bu sistemde rektör bütçeye yük olmadan bina yaptığı için, halk bir üniversite kazandığı için, bağış sahibi adını yaşatacak bir bina dikildiği için mutludurlar. Hatta, o hale geldik ki, üniversitelerde yöneticiler, topladıkları bağışlarla yarışıyorlar. "Özel üniversite kuracağınıza bir devlet üniversitesine hayır yapın. İsminiz mezar taşında değil, bir okulda yaşasın" diyenler de var. Paralı eğitim yaptıkları özel üniversitelerine devletten daha fazla katkı isteyenler de... "Sponsor"lardan bağış bulmak ayrı bir hikaye. Üniversitede bir organizasyon mu var, arka plana mutlaka bir afiş konmuştur. Üzerinde bir sürü logo. Sponsorsuz adım atılmıyor. Öğrenci de sürekli istiyor. Parasız eğitim ister. Kolay mezun olmak ister. İş bulmak ister. Hatta, öğrenciliğin gereğini yapsalar da, yapmasalar da, "af" isterler. Yani, bir bakıma "diploma bağışı" isterler. Kimileri de torpil dilenir. Eşini dostunu, tanıdığını, kulüp arkadaşını araya sokup, "bir şeyler yapıver" derler. Hatır gönül, sadece basit işlerle sınırlı kalmaz. Doçentlikte, doktorada ve yüksek lisansta jüri üyeleri, "içime sinmiyor ama, bundan daha kötüsü de geçmişti, bunu da geçirelim" derler. Böylece, dilenciliğe yakın bir "duygu sömürüsü"yle güya kendilerince bir "hayır" yaparlar. Hakedip, etmediğine aldırmadan bol bol "unvan bağışlarlar". Tıp ve fen bilimlerinin bazı dallarında üreterek kazananlar da var. Bunlar hariç üniversite yeterince üretemiyor. Hazır yiyor. Hazıra konuyor. Birisi üretsin, ben tüketeyim istiyor. Üretip karşılığını almayı düşünmüyor. Hangi üniversitemiz, hangi fakültemiz, hangi hocamız, hangi "parmaktaki yaraya" merhem oldu? Kaç kişi, bir problemi için bir hocanın kapısını çaldı? Çaldığı kapılardan kaç tanesi dolu çıktı? Kaç iş adamı, etrafa hava atmak için değil, gerçek anlamda bir işbirliği için hocaları ziyaret veya davet etti? İş adamlarımız, öğretim üyelerinin araştırmalarını, yayınlarını, başarılarını bol bol ödüllendirsinler. Bir diyeceğimiz yok. Ama, onları bağışa, ianeye ve dilenmeye alıştırmasınlar. Şık olmuyor. Bağış, insanı tembelleştiriyor. Dileneni yüceltmiyor. İş adamına bağış değil, ticaret yakışıyor. Bir zamanlar, döner sermayeler sayesinde, çalışıp üretenlerin hakkı bir nebze karşılanıyordu. Bağış dilenmeye ihtiyaç kalmıyordu. Ama, birileri bu sistemi işlemez hale getirdi? Çok kötü oldu. Hak etmeden kazanmayı, başkalarının sırtından geçinmeyi bir hayat tarzı haline getirenlerden kurtulmazsak, kurtulamayız. Üniversiteleri, insana ve topluma yararlı değerler üreten, devlet de dahil olmak üzere doğru müşterilere bedeli karşılığı hizmet eden, bilim kadar bunun satışını da iyi yapabilen birer işletmeye dönüştürmek, üniversiteler için yapılabilecek en büyük "hayır" olacak. Başka hayırlara ihtiyaç kalmayacak. Yöneticisiyle, hocasıyla, öğrencisiyle üniversite hünerini göstersin, sonra parsasını toplasın. El açıp dilenmesin. Üniversiteleri kurtaracaksak, önce bağış(!)lardan başlayalım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.