Hayat böyle geçiyor. Yapıyoruz, yaptırıyoruz, yaptırtıyoruz veya yapışıyoruz. Bunlar, iş hayatının ve pazarlamanın geçirdiği dört büyük evrimi de yansıtıyor. Bir dönem yapmak önemliydi. Yapan kazanıyordu. Herkes bir şeyler imal etme, fabrikatör olma peşindeydi. Ardından yaptırmak öne çıktı. İşin kaymağının yapanlara değil, yaptıranlara gittiğinin farkına varıldı. Kimi paranın ucunu gösterip, yaptırıyordu; kimi de açık veya örtülü gücünü konuşturup hizmet ettiriyordu. Dünya geliştikçe iş yaptırmak da zorlaştı. Kazancın büyüğü daha da büyüklere gidiyordu. Elini ateşe sokmadan, gizli açık ajanlar, maşalar bularak, örtülü örtüsüz düzenler kurarak, yaptıranlara bir şeyler yaptırtmak devri doğdu. El üstünde elim var oyunu başladı. Eller cepler birbirine karıştı. "Yapışmak" tabiri yapışkanlığı çağrıştırsa da, burada "Ş" sesinin getirdiği anlamla, iştirak, müşterek, katılım gibisinden "karşılıklı yapmak" anlamında kullanıldı. Ödeşmek, dövüşmek, yarışmak vb. gibi. Pazarlamada da bu dört döngü var, hâlâ da yaşanıyor. "Pazarlama yapmak" denince akla sadece "satmak" gelirdi. Malın iyiyse kendiliğinden satardı. Yetmezse, satış diye bir meslek vardı. Satışı bunlar yapardı. Satanlar iyi pazarlamacı sayılırdı. Daha sonra sattıranlar (yani satış yaptıranlar) devri yaşandı. Basın, televizyon ve diğer mecralardaki reklamlarıyla, tepesine bindikleri perakendecilerle, vıdı vıdı çağrı merkezleriyle mallarını sattıranlara pazarlamacı dendi. Tüketim malları, bankalar, GSM'ciler hâlâ sattıranlar çağındalar. Elemanlarına kotalar dolmadan eve gelmek yok diyorlar. Arkadaki sattırtanlar da unutulmamalı. Şimdi devir, satışmak, yapışmak devri. Birlikte yapmak zamanı. Komşularla sıfır sorun, erkler arası denge, iş hayatında ekipler, inovasyon projeleri bunun için. Herkesi birbiriyle yapıştırıyor. Sosyal medya da öyle, hiyerarşisiz işliyor. Herkes bir yerinden işe yapışıyor. Yapmak, yaptırmak, yaptırtmak kadar yapışmayı da öğrenelim. Yarışmayalım, yapışalım... > (Pazarola, pazartesi günleri yayınlanır.)