Avrupa Birliği'ne girip girmeme konusu bütün dehşetiyle sürüyor. Bu konu bendenizin gencecik bir üniversite asistanlığımdan beri gündemimizde yer alagelmiştir. O zamanlardaki adıyla AET yani Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak anılan bu organizasyonla ilgili kaç tane yüksek lisans, doktora ve doçentlik tezleri gördük. Ancak Yunanistan, İspanya ve Portekiz'in tam üyelik için başvurdukları dönemi biz ıskaladık! Sonra da iş malumunuz olduğu üzere yılan hikâyesine döndü. Bundan 7 yıl önce çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren bir Alman vakfının Türkiye temsilcisiyle akşam yemeğinde beraber olmuştuk. Yemekten sonraki samimi sohbet esnasında, Avrupa Birliği'nin bizi üyeliğe kabul edip etmeyeceği konusunda fikrini sorduğum Alman vakıf temsilcisi, "Sizi isteseler de alamazlar. Bunun iki önemli sebebi var. Bunlardan az önemli olanı 70 milyona yaklaşan nüfusunuzla Avrupa Parlamentosu'nda büyük bir güç oluşturacaksınız. Bu Avrupalının işine gelmez. İkincisi ve daha önemli olanı; Birliğe tam üyeliğiniz söz konusu olduğunda İspanya, Portekiz ve Yunanistan'a yapılan mali yardımlar size de aynı ölçülerde yapılmak zorunda. Bunun için gerekli para yok. O bakımdan sizi Birliğe alamazlar" demişti. Aradan 7 yıl geçti. Mali yardımlar konusunda yeni düzenlemeler yapıldı ve eskiye oranla daha makul yardım zorunluluğu var AB'nin. Ancak Parlamento'daki temsil oranı hâlâ güncelliğini koruyor. Bu durum Avrupa'yı bayağı korkutuyor. Düşünsenize şu son günlerde üyeliğe almayı 2004 ve 2007'de kabul ettikleri 10 ülkenin nufusu kadar nüfusumuz var. Şimdi ne yapalım? Bu nüfusu azaltma imkânımız olmadığına göre, daha çok Kopenhag kriterleriyle uğraştırırlar bizi. Çünkü objektif gözle bakanlar Polonya'nın durumunun bizden hiç de iyi olmadığını görüyor ve yazıyorlar. Bu yüzden biraz daha uğraşacağız bu konuyla. Rahmetli Özal "Avrupa Birliği'ne üyelik uzun ince bir yoldur" demişti hatırlarsanız. Şimdi bunun mânasını anlamış olmalıyız. Kendinizi AB komiserlerinin yerine koyun, birliğin siyasi kimyasını bir anda değiştirecek bir üyeyi kabul eder misiniz? Etmezsiniz. Bunu ancak vizyon sahibi, Türk milletinin yapısını iyi bilen, bugünkü durumumuzu makul şekilde değerlendirip, bizim Avrupa kültürüne sağlayacağımız katkının şuurunda olan politikacılar yapabilir. İşte Avrupa'da böyle politikacıların olup olmadığını Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesinde hep birlikte göreceğiz. *** Dün, Dünya Gazete Dağıtıcıları Günü'ydü. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu zor ama sevimli işi başarıyla sürdüren bütün dağıtıcı ve arkadaşlarımıza selam ve sevgilerimizi ve de şükranlarımızı sunuyoruz.