İstanbul'u ilk defa, koyunlar ve kuzuların sabaha kadar meleştikleri bir vapurla Bandırma'dan İstanbul'a süren yolculuğun sabahında görmüştüm. Ve âdeta büyülenmiştim!.. Yıl 1969'da Tuzla Piyade Okulu 95. Dönem yedek subay adayı idim. Koğuş âlemi bir başkaydı. Anlatacağım olayın şahitleri; Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Maliye Bölümü Profesörlerinden Sn. Dr. Aytaç Eker, Türkçe'yi en iyi kullanan ve şu anda Star gazetesinde köşe yazarı olan Sn. Yağmur Atsız, kur'ada Genelkurmayda bir görev yeri çektiği halde başka bir yere re'sen tayin edildiğinde buna ancak gözyaşlarıyla karşı çıkabilen Yahudi kökenli manga arkadaşım Y.A., ve de bölüğün neşesi, insanları nişanlılarından gelen renkli mektupları teşhir ederek "ti"ye almaktan acayip zevk alan "Ünyeli" Sn. Günal Batmaz. Olaya konu olan arkadaşın ismi bende mahfuz. Biz ona biraz benzesin diye "Mert" diyelim... Bütün bölük anlaştık. Her gören Mert'e "Ne o, yüzün sararmış hasta mısın?" diye soracaktık. Nitekim hepimiz sorduk. Sportmen yapılı bir atlet olan arkadaşımız akşam 40 derece ateşle revire sevk edildi. Arkadaşın özelliği sağlık açısından biraz fazlaca titiz olmasıydı. Bu olay; psikolojik durumun insan hayatında ne kadar önemli olduğunu -deneyin bizzat içinde yer alarak- öğrenmemi sağlamıştır. Bu tespiti ömrüm boyunca göz önünde tutmaya çalıştım. Kendime pek fazla uygulayabildiğim söylenemez ama sıkıntılı ve dertli yakınlarıma psikolojik baskı yaparak yardımcı olabiliyorum. Yanisi basının büyük kısmı sırf bu hükümeti zayıflatmak, mümkünse mahalli idareler seçiminde iyice yıpratmak ve sonrasında devirip "Söz dinleyen!" bir ekibi iktidar yapmak gayesiyle "kriz pompalamaya" devam ediyorlar ya, işte bunun tesirini azaltmak için minik bir gayret göstereyim dedim. Tamam dünyada kriz var, bize de tesir etti ve de edecek, ama milletimize moral vermek varken "ateşe benzin dökenlere" başka ne demeliydim?