1963; Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdiğim yıl... Fakülte beş yıl olduğuna göre bendenizin de 68 kuşağı olduğumu anlamışsınızdır. 68 kuşağı olmak prim yapıyor ya bazen. Hesabım o... Gelelim o yıllara... Ziraat Fakültesi, Ziraat Ekonomisi ve İşletmeciliği bölümü asistanlığı yaptığım o günlerde, bizim bölümün gözde konularından biri AET idi. Yani Avrupa Ekonomik Topluluğu... Yok efendim "AET'de Tarım Politikası ve Sübvansiyonlar", "AET'de Katma Değer Vergisi Uygulamasının Tarım Sektörüne Etkileri", "AET'de Üretim Desenine Devletin Etkisi" "AET'nin Tereyağı Stoklarının Türk Sütçülüğüne Yansıması..." Bazı konuları uydurdum, ama, birçok asistan ve öğretim üyesine iyi ekmek çıkmıştı. AET'den kimisi doçentliği sıyırmıştı, kimi profesör olmuştu, kimisi AET fonlarından bir burs ayarlayıp Avrupa'ya kapağı atmıştı. Kimler nemalanmadı ki!.. Üniversite dışında da ne bürokratlar ne siyasiler nemalandı AET'den ve dahi sonraları AB'den. 40 koca yıl... Düşünün kırk yıl ülkenin gündeminden düşmeyen Avrupa Birliği konusunda şu gün geldiğimiz duruma bakınız. O kadar milyon dolarları uğruna harcadığımız AB politikalarımız hâlâ bir sonuç vermiş değil. E, peki elin oğlu, komünizm denen illetten paçayı sıyırıp nasıl oldu da, bizden otuz sene sonra AB'ye başvurdu ve bugün üyelik belgesini imzaladı!.. Nerede hata ettik? Biz nerede hata ettik. Bizim hatamız AET ile AB arasındaki farkı algılamaktaki gecikmemizden oldu. Biz daha çok yakın zamanlara kadar AB'yi bir ekonomik topluluk olarak gördük. Son yirmi yılda dünyadaki globalleşme trendine uygun olarak muhteva ve yapı değiştiren AB'yi algılayamadık. AB'de ekonomik göstergeler yanında siyasi göstergelerin de önem kazandığını göremedik; ya da görmek istemedik. İşte onun için Bülent Ecevit'in titrek politikası yüzünden 1979'da kaçırdığımız fırsatı yakalamak çok daha zorlaştı. Rum'un insafına kalacağız! Bundan sonra eğer aklımızı başımıza devşirip Türkiye'yi gerçek anlamda, laik, demokratik bir hukuk devleti olmaya zorlayan Kopenhag Siyasi Kriterlerinin gerektirdiği değişimleri gerçekleştiremezsek, o zaman büsbütün dünkü tebaamız Rum'un insafına kalacağız ve o zaman daha fazla üzüleceğiz. Oysa biz Francis Fukuyama'nın hasretini çektiği "İnsani Değerler Kültürü"ne çok şeyler katabilecek bir toplumuz. Biraz daha geç kalırsak bu değerler de bizimle beraber yok olacak. Bir insanlık mirası heder olacak. Çünkü adını hatırlayamadığım bir düşünür. "Ananeye bağlılık külü muhafaza etmek değil ateşi yanık tutmaktır" demiş. Bu ateş sönmeden treni yakalarız umarım. Özal'ı rahmetle anıyorum Bu arada, AB'ye giden yolun Türkiye'nin hür düşünce, hür teşebbüs ve hür inanca sahip bir ülke olmasından geçtiğine canı gönülden inanmış olan büyük değişim ustası, unutulmaz lider 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ı rahmetle, sevgiyle, saygıyla ve hasretle anıyorum.