Babam rahmetli "Hadi oğlum, Tüccar Mustafa amcaya git, müsaade al, İzmir'e bir telefon yazdır da, Osman Amcan'la görüşelim, siparişlerimizi bildirelim." Aman ne zevk. Birkaç ayda bir telefon etme zevkini tadıyoruz ya manyetoyu çevirelim ve: "Alo, ben İzmirli Mehmet'in oğluyum. Abla babam İzmir'den şu numara ile görüşecek, ne zaman bağlanır?" Telefondaki sese kulak verin, şimdi "Normal olursa akşama doğru, acele olursa iki-üç saate kadar, yıldırım olursa yarım saat içinde, hangisi olsun?" Her birinin arasında beş on kat fiyat farkı olan bu alternatiflerden genellikle normali seçilirdi. Sonra da yüreğin küpür küpür, telefon nöbeti başlardı. Ya babam yokken telefon bağlanırsa, ya ben oyuna dalar duymazsam. O günlerde evde telefon olmasını hayal bile edemezdik. Zaten sıraya girsen on on beş yıl sonra sıra gelirdi. Hatta zenginler çocuk doğduğunda yazılırlardı, büyüyünce telefonu hazır olsun diye... İşte o günlerde yani yetmişli yılların başında bazı fütürologlar yani gelecek bilimciler, (falcılar değil) yirmi otuz yıl sonrasını tahmin ediyorlarmış. "Mış" diyorum çünkü o zamanlar biz bu adamların değil kitaplarını okumak, isimlerini bile bilmezdik. İşte o, Türkiye'nin dar kalıplar içinde cenderelere sokulduğu günlerde, geniş yüreği, insan sevgisiyle dolu bir genç bürokrat bu kitapları başucu kitapları yapmış. Amerika'da bulunduğu yıllarda Rock'n Rol'e, Çaça'ya değil, etrafta olup bitene kafa yormuş. "Bana ne yav, ben günümü gün edeyim, dolarcıklarımı biriktireyim, geleceğimi garantiye alayım" dememiş. "Bir gün nasip olur ülkeme ve milletime hizmetle şereflenirsem bu bilgiler bana lazım olur" demiş, okumuş kendini ve ufkunu geliştirmiş. Ve gerçekten insanlığın Alvin Toffeler'in "Üçüncü Dalga" kitabında öngördüğü bilgi çağına doğru hızla yol aldığını idrak edip, bütün enerjisini bu uğurda yoğunlaştırıp, o gün için lüks sayılan telekomünikasyon, enerji ve otoyol yatırımlarına hız vermiş. O günlerde bu yatırımların enflasyonu azdırıp, fakirleri daha fakir, zenginleri daha zengin yapacağı ikazlarına kulak vermeden, vizyonuna doğru "gözükara" devam etmiş. Sonunda Türkiye yüzmilyar dolar ihracatı, dörtyüz milyar dolar üretim hacmini yakalamış. Ve millet O'nu bu yaptıklarıyla değil, yıllarca hasretini çektiği "Sivil, dindar, liberal" bir cumhurbaşkanı olarak uğurlamış ve daima da "Üç hürriyet'in savunucusu" olarak hatırlamış. Bugünlerde de yine Rahmetli Özal'ın başucu kitaplarından biri olan "Mega-Trends'in yazarı John Nasbirtt" Çin tam yetkiyle donattığı bölge valileriyle yirmi yıl sonra ekonominin lideri olacak öngörüsünde bulunuyor. Bizim bir ay sonra görevini bırakacak olan Cumhurbaşkanımız bu trendi yakalamak için çıkarılan "Yerel Yönetimler Kanununu" veto etmiş olarak köşesine çekilecek. Değişimin lider düşünürlerinden Gary Hammel ise bilgi çağından sonra "Adanmışlık Çağı" geliyor diyor ve artık insanların kendilerini, enerjilerini adamaya değer olan misyon ve vizyona sahip devletine, toplumlara, şirketlere hizmet edeceklerini söylüyor ve de adanma çağında en önemli unsurun yöneticiler değil yönetilenler olacağını tahmin ediyor. Var mı bunu idrak eden bilrileri memlekette, bir şekilde ele geçirdiği gücü paylaşmayı becerebilecek olan? İşte onlar geleceğin Özal'ları olacaklar. Özal'ımızı rahmetle, sevgiyle ve minnetle anıyorum.