Türkiye merkeziyetçi yönetim anlayışından dolayı çok kaynak israf etti bugüne kadar. Herşeyin Ankara'ya sorulması sendromunun bir parçacık ortadan kaldırılması, Özal zamanında çıkarılan Belediyeler Kanunu ile mümkün olmuştu. O günlerde belediyede görevli olduğum için olayı yakından takip etmiştim. Büyükşehir Belediyeleri, (Ankara'nın ve meşhur 2886 sayılı, ikiyüz elli gram kahve, yarım kilo çay ve bir kilo şeker için 17 Büyükşehir Belediye encümen üyesinin faturanın arkasını imzalamasını amir ihale kanunundan paçayı sıyırıp) daha hızlı icraat yapabilmek için Anonim Şirket Statüsü'nde Belediye İktisadi Teşekkülleri kurmayı, böylece yetkiyi biraz daha alt kademelere devretmeyi hedef almışlardı. Bunda birkaç büyük yolsuzluk hariç başarılı da olmuşlardı. Halen de bu kuruluşlar başarılara imza atmaya devam ediyorlar. Çok örnek var ama en çarpıcılarından biri İstanbul'daki İSKİ'dir. Gerçi suyu biraz pahalıya satıyorlar ama İstanbul'un 15 yıl önce İzmir'den geldiğimizde felaket boyutlarda olan su problemi çok şükür çözülmüş durumdadır. Yeni kamu yönetimi kanunu Şimdi gerçek bir reform niteliğinde olan yeni kamu yönetimi kanunu, beledeyilere daha da fazla yetki aktarılmasını öngörüyor. Bu durumda daha fazla ülke kaynağına yön verecek belediye başkanları. Bunun diğer anlamı, başarılı olurlarsa daha büyük katkıları olacak yöreye ve ülkeye, başarısız olurlarsa zararları da o oranda büyük olacak. O zaman vatandaşlar olarak bize ait olan kaynaklardan daha fazlasını emanet edeceğimiz belediye başkanlarının seçimi konusunda daha hassas davranmalıyız. Oylarımızla iş başına getirmek durumunda olduğumuz mahalli yöneticileri daha yakından tanımaya bu işi daha iyi becereceğine inandığımız kişileri seçmeye çalışmalıyız. Bunun için de öncelikle parti taassubunu bir tarafa bırakarak, partilerin gösterdikleri adaylara odaklanmalıyız. Dürüstlük ve yönetim tecrübesi başta olmak üzere diğer kriterler açısından da adayları değerlendirmeliyiz. Bunun için bir başlangıç olmak üzere, mesela mahallemizdeki veya apartmanımızdaki komşularla bir araya gelip, adayları tartışmalıyız. Üzerinde karar kıldığımız adayın seçilmesi için de propaganda yapmalıyız. Sonuç olarak akıllı ve tecrübeli başkanlar seçilmesi için gayret göstermeliyiz. Aynı zamanda Avrupa Birliği müzakere sürecinde de bu başkanlarla beraber olacağımızı düşünmeliyiz. Beni bağışlayın, ama... "Biz bunları yapamayız, izlediğimiz televizyon ve okuduğumuz gazeteye bakar, kendi kafamıza göre takılır, beğendiğimiz adaya seçim günü vaktimiz olursa gider oy veririz" diyorsak. O zaman bir Anadolu özdeyişini hatırlamanızı öneririm. Başka bölgelerde mutlaka değişik versiyonları vardır ama bizim Alaşehir'de "Akıllı oğlan neetsin parayı, akılsız oğlan neetsin parayı" derler. O zaman dünyanın en modern kamu yönetimi reformuna imza atsanız ve yönetimin olmazsa olmazı "yetki devri"nin hukuki temellerini hazırlasanız da, sizin de, benim "Akıllı başkan ne yapsın yetkiyi, akılsız başkan ne yapsın yetkiyi" deme cür'etimi hoş görmeniz gerekir. Belediyecilik konusunda uzun yılların tecrübesine sahip, çelebi dost Cemil Can Bıçakçı'ya bu yazıya temel teşkil eden uzun ve tatlı sohbeti için teşekkürler.