İnsanlığın yepyeni bir çağa ayak bastığını idrak edemeyenlerin hali harap. Bu öylesine hızlı bir değişim ki, âdeta zemin ayaklarımızın altından kayar gibi oldu. 1980'lerde ilk ivmesini kazanan değişim rüzgârı son yıllarda iyice hissedildi. Dünya bloklar oluşturarak bu değişimle başetmeye çalışıyor. Bir tarafta ABD ve onunla ticarî açıdan bir araya gelen diğer Amerika milletleri. Diğer tarafta Uzak Doğuda pençeleri gittikçe kuvvetlenen "Kaplanlar"ı, bunların karşısında birlik olamazlarsa bu iki blokun arasında ezilip kalacaklarını nihayet idrak edip bir araya gelmeye çalışan "eski kıtalılar" Avrupalılar... Bütün bu birleşme hareketleri ülkeleri ve milletleri birtakım fedakârlıklara zorluyor. Mesela Avrupa Birliği uğruna Almanların "Deutsche Mark"larından vazgeçeceklerini bundan otuz yıl evvel söyleselerdi kimse inanmazdı. Mesela İngilizler hâlâ "Sterlin"lerinden vazgeçemediler. Bunun gibi ülkeler arasındaki sınırlar âdeta ortadan kalkıyor, eriyor. Milletler birbirlerine, birbirlerinin düşünce ve hayat tarzlarına biraz daha hoşgörülü yaklaşıyor, saygılı davranmaya çalışıyorlar. Bütün bu olan bitenler karşısında ülkemizde de yeni bir anlayış düzeyine ulaşılmaya başlandığının işaretlerini görmekteyiz. Mesela rahmetli Turgut Özal'a kadar Orta Doğu ve özellikle Arap denilen ülkelerle değil ticari faaliyette bulunmak, o tarafa bakmak bile tahlikeli sayılırdı. İş adamlarımız Özal'la birlikte, burnumuzun dibindeki bu muazzam ticarî potansiyelle temasa geçtiler. Ancak bu pazarları iyi analiz edebildiğimizden söz etmemiz mümkün görülmüyor. Bize uzun yıllar "öcü" olarak gösterilen bu ülkeleri tanımakta geciktik. Aslında onlar dünyanın en pahalı ve lüks mal ve hizmetlerini ve en tanınmış markalarını tüketiyorlardı. Bundan on yıl evvel Katar'a gittiğimde, çarşılarını gezerken şaşırıp kalmıştım. Raflarda dünyanın bir numaraları yer alıyordu. Türkiye'den 'ilaç için' bir mal görmek uğruna saatlerce dolaşmış sadece birkaç paket Ülker bisküvisi görebilmiştim. İnsanların yaşama tarzlarını biraz yakından incelediğimde lüks ve ihtişamdan sıkılmıştım. Tabiî gelir dağılımı oralarda da tam oturmuş değil, ama yine de hayat standartları bize nazaran oldukça yüksek. Yıllarca bu ülkelerden bir yatırımcı çekemedik. Çünkü memleketi sevmeyi ve savunmayı kimseciklere bırakmayan basınımız adamların ağzından girip burnundan çıkıyorlardı. Nitekim aynı davranış tarzı düşük dozda yine sürdürülüyor. Ancak etkisi gittikçe azalıyor bu tür yayınların... Adam gibi... Suudi Arabistan Kralı, Boğaz'da bir inşaat yapmak istiyormuş. "Vay efendim olur muymuş?" Kardeşim bu adamların dünyanın her yerinde İngiltere'sinde, İspanya'sında, İsviçre'sinde, Fransa'sında hatta Yunanistan'ında bile muazzam evleri, villaları, sarayları var. Onlar bu yolla o ülkelerin sıradan vatandaşlarını ve yatırımcılarını çekip keyiflerine bakıyorlar, biz yıllardır aslanlar gibi direniyoruz (!) bu kaynağı kurutmak için. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını; bu muazzam ticari potansiyelle ülkemizi bir araya getirmek için sarf ettikleri samimi gayretten dolayı tebrik ediyorum. Bu ilişkileri adam gibi geliştirmeyi becerebilirsek dünyada saygınlığımız o kadar artar ve de şimdi bize bazı konuları öne sürerek ayak sürüyen Avrupa Birliği ayağımıza kırmızı halılar serer. Akıllı olalım...