İnsan bu. İç dünyasında neler neler yaşar, neler konuşur, neler düşünür. İnsan, bir bakıma kocaman bir muamma. Çocukluk ve gençliğimden beri iç dünyama hakim olan bir düşünce örgüsünden bahsedeceğim bugün. Böylece rahatlamak istiyorum. Bir köşe kapıp arada sırada birşeyler yazıp okuyucularıyla bunları paylaşmanın böyle faydaları da var. Düşüncelerimi fazla "saftorik" bulursanız unutun gitsin. Canınız sıkılmasın. İnsanlar yeterince gayretli çalışsalar, üzerinde yaşadıkları "mavi planet"in kaynaklarını akıllıca kullanıp verimli metotlarla üretim yapıp, bunu adam gibi paylaşsalar, bu ihtiyar gezegen 6 milyar değil 36 milyar insanı bağrına basabilir. Ancak durum böyle olmuyor, insan denilen yaratık, hayatını devam ettirmek için her zaman ihtiyacından fazlasına el uzatıyor. Adına "ego" "nefs" "iç ben" vs. denilen bir şey onu bazen gereksiz yere daha hırslı ve açgözlü yapıyor. İnsan neslinin devamı için belki de olmazsa olmaz bir şey "ego" ama dizginlenmezse aksi tesir yapabiliyor. Hadi bütün dünyaya söz geçiremiyoruz. Ama ülkemize ve insanımıza ne demeli. Yıllar boyu iktidara geleni muhalefet yiyip bitirmeye çalışıyor. Ülke hayrına da olsa iktidarın hiçbir icraatını beğenmemek ona millet nazarında prim yaptırır endişesiyle marifet sayılıyor. Aslında hepimiz bu ülkenin insanları olarak kardeşçe el ele versek, siyaseti hizmet yarışı olarak idrak edip hatta bu hizmeti daha iyi yapanları el birliği ile desteklesek. Hep beraber oturup milletçe vizyonumuzu belirleyip, farklılıklarımızın doğurduğu sinerjiyle hedefimize doğru hızla yol alsak, meseleleri sığ olarak değil derinlemesine ele alma alışkanlığı kazanıp çözümleri üretsek, hem ülkeye hem insanlığa faydalı hizmetler yapsak. Aydınımızla, toplumumuz arasındaki duvarları yıksak, o meşhur şarkıda denildiği gibi "El ele tutuşsak, birlik olsak" Şimdi bu tekrar satırları okuyunca ben de kendi kendime ne saftorik adammışsın derdim. Ama artık demiyeceğim. Önce lütfen şu satırlara göz atınız. "Snelman yeni yetişen Fin aydınlarının en güzel örneğidir. O bir avuç genç öğretmen, din adamı, avukat ve memurla birlikte halkın eğitilmesi ve eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla adeta bir seferberlik ilan etmiştir. İşte bu bir avuç insan aydınlara şöyle sesleniyorlardı: "Aydın olmak demek, modaya uygun elbise, şapka giymek ve kolalı gömlek giymek demek değildir. Aydın kesim, halkın beyni konumundadır. Halkımız sizi iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek bir gelir elde edesiniz, geceleri eğlenesiniz diye sizi o konuma getirmemiştir. Böyle olanlar gerçek aydın olamazlar. Onlar yozlaşmışlardır. Eğitim almış olanların tümü milli düşünceyi geliştirmeye, milli ruhu uyandırmaya, milli iradeyi güçlendirmeye mecburdurlar. Köylülere, işçilere, halkın alt kesimlerine nasıl daha iyi bir konuma yükselebileceklerini öğretiniz! Halkımıza var olmanın değerini bilmeyi ve korumayı öğretiniz. Çorak topraklarımızda her köylünün, her işçinin daha insanca, daha sağlıklı daha mutlu, daha akılcı bir hayat yaşayabileceklerini anlatınız! Halkımıza nasıl çalışmaları gerektiğini öğretiniz! Az maliyetli sağlıklı konutları nasıl yapabileceklerini gösteriniz! Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyabileceklerini öğretiniz. Mutlu bir aile hayatının nasıl kurulabileceğini, kadının erkeğe, erkeğin kadına nasıl davranacağını ve çocuklarını nasıl terbiye edeceklerini anlatınız! ..... Bütün bunlarda halka bizzat kendiniz örnek olunuz. Bütün Suomi'yi (Finlandiya) büyük bir aile kabul ediniz. Bütün ülkeye de o gözle bakınız. Unutmayınız ki, en yoksul kömürcü, kantarcı, hizmetçi ve dul kadın, bütün bir Fin milleti, sizin kardeşleriniz, hemşehrileriniz ve yurttaşlarınızdır. Bunları eğitmek ve uygarlıkta daha kadim olan milletlerin arasına sokmak sizin görevinizdir. Unutmayınız ki, halkın cehaleti, kabalığı, alkol düşkünlüğü, hastalıklı oluşu, sefaleti, kötü ahlaklı oluşu, bütün bunların hepsi sizin kendi utancınız ve suçunuzdur!.." "Ah bir becerebilsek" Bu satırlar Hayat Yayınları-Başarı Dizisinde 12 kitap olan, Grigoru Petrov'un "Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Bir Milletin Uyanışı" İst. 2004 isimli kitabın 41 ve 42. sayfalarından alındı. Bu kitabı bana seminer çalışmalarımız esnasında hediye etmek nezaketini gösteren İGDAŞ yöneticilerinden Sunullah Doğmuş beye samimi teşekkürlerimi sunuyorum. Kitapta Finlandiya'nın "Finlandiya" olmasının hikayesi çok veciz bir şekilde anlatılıyor. Yıllardır içimde taşıdığım, belki herkesin taşıdığı "Ah bir becerebilsek" dediğimiz çok şeyi ortaya koyuyor. "Nokia"nın nasıl bir ortamda dünya markası olmayı becerdiğini, bizde neden hâlâ dünya markaları olamadığını anlıyorsunuz kitabı okuyunca!