Ne zaman eskilerden bahsetsem, o yazıyı daha fazla ilgi çekici buluyor millet. Özene bezene, bütün akademik kimliğime bürünerek yazdığım ve kedimin de çok beğendiğim yazılardan tık yok. Gazete apayrı bir alem. Bunu yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Ama umarım geç kalmamışımdır! O zaman yine eskilere bir uzanalım. Elli'li yıllar. Adnan Menderes'in yıldızının parladığı yıllar. Onun işi bir bakıma kolaydı.. Millet, tek parti dönemine daha sert ve acımasız bir renk kazandıran "İnönü-Milli Şef" döneminin sona ermesi dolayısıyla o derecede sevinçli idi ki, en ufak bir iyileşme bile insanlarda çok büyük mutluluk sebebi oluyordu. Size şimdi şaka gibi gelir ama, önceki yazılarımda bir daha bahsettiğimi sanıyorum, bendeniz kalemi her açışımda ucunu kırmasına rağmen bir kalemtıraş'a sahip olduğum zaman havalara uçtuğumu hatırlarım. O zamanlar yamasız pantolon giymeyen yoktu. Ancak yüksek devlet memurları hariç. Ayağı yıllarca ayakkabı görmemiş bir çocuğun ilk ayakkabı giydiği anı anlamaya çalışın. O gün bugündür bütün olan bitenler bir tarafa, insanımızın ihtiyaçları karşılandıkça, mutluluk eşiği yükseldi. Özellikle gazete ve daha sonraları televizyonun günlük hayatımıza yön vermeye başladığı yıllardan itibaren milletimizin "aza kanaat eden, haline şükretmesini bilen" kimyası giderek bozuldu. Aslında o yıllardan itibaren hem üretip hem tasarruf edebilen ve üretim fazlasını ihrac edebilen ülkeler her bakımdan büyüdüler geliştiler. Ama uzun yıllar haketmediği bir sosyo-ekonomik baskı rejimi altında ezilen Türk insanı azıcık bir liberalleşme imkanına sahip olunca, çok fazla ve sağlıksız bir şekilde "Tüketim toplumu" modeline meyletti. Geçen gün bir bakanımız yaşadığımız krizli yıllarda onbeş yirmi milyar dolarlık cep telefonu harcaması yaptığımızı söylüyordu. Şimdi bir tek kalemde yaptığımız bu "israfı önlediğimizi ve bunu yatırıma dönüştürdüğümüzü düşünün, neler olurdu. Ama kültürel güzelliklerini kaybedip "özenti ve prestij"in temel değerler haline geldiği bu toplumla devam etmek zorundayız. Bu gidişi globalleşme rüzgarı daha da hızlandırıyor. Sonuç olarak Türkiye'de iş yapmak ve siyaset yapmak da daha zorlaşıyor. Hele bir de dün Muhsin Abay'ın bahsettiği İnsani Gelişmişlik Endeksi konusunda uyanırsa millet, politikacıların işi daha da zorlaşacak. İşte böye, bir memlekette iş adamları ve şirketler olarak tüketicileri, siyasetçiler olarak seçmenleri memnun etmek zorlaştıkça, o ülke ileriye doğru emin adımlarla yürüyor demektir. Son birkaç haftadır, "alemi sağır, herkesi kör" zanneden eski tüfeklerin kopardıkları yaygaraya kimsenin kulak asmadığını görünce, ellili yılların iki miting, üç sloganla "tavlanan" seçmenleri geldi aklıma ve de bu kelimeler bir araya gelirverdi. Hadi hayırlı normal seçimler.