İstanbul'a ilk gelişim, Boğaz'ı, Kızkulesi'ni, Topkapı Sarayı'nı sisler arasında ilk görüşüm 1969 yılının sonbaharında olmuştu. Alaşehir'den "sülüs"ümü almıştım, trenle Manisa, oradan Bandırma... Bandırma'da; içinde koyunların melediği, çocukların çağrıştığı, insanların kaynaştığı bir "vapur"a aktarma. Gece boyu süren ürpertili bir yolculuk. Sabahın ilk ışıklarıyla İstanbul. Bir rüya gibiydi, hatta bir rüyaydı benim için. Tuzla Piyade Okulu'na teslim oluş. Asker elbiseleriyle tanışma. İlk içtimaya çıkmanın sabahında, Eşrefpaşalı dayılardan kalma bıyıklara veda. Yirmi dört ay sürecek bir macera böyle başlamıştı... Bir ay dışarı çıkmak yasak. Hafta sonları ziyaretçi anonsları çın çın çınlıyor. Kimsenin gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bildiğimiz halde Elbistanlı Mehmet'le can kulağı anonsları takip etmeler. Karayağız bir Anadolu delikanlısı Mehmet karayağız bir Anadolu delikanlısı. Kısa boylu, tıknaz. Bir gün pehlivan tefrikası okumaktan mülhem Mehmet'e bir elense çektim. Elbistanlı'nın dalmasıyla kendimi sırtüstü yerde buldum. Şefkatle elimi tutup sormuştu: "Bir yerin acıdı mı?" "Yok acımadı da ne olduğunu anlayamadım henüz!" "Ben karakucak güreş şampiyonuyum..." Sonra Mehmet ordulararası güreşlerde de şampiyonluklar kazanmıştı. Hâlâ görüşürüz. Bir de Ünyeli kalmış aklımda. İstanbul'u bilirdi. Bizim mangadan birkaç garibanın elinden tutar İstanbul'a götürürdü. Cömertti, candı, adam gibi adamdı. Bir de yedek subay marşı "Yedek subay ölür de dönmez er meydanından..." Bu mısrayı içimizden birkaç muzip "ölürse" diye telaffuz ederdi, bütün bölük sürüm sürüm sürünürdük. Piyade eğitimimi unutmak mümkün mü? Ayaklarımızı koyacak yer arardık akşamları. Silahla ilk Tuzla'da karşılaştım. Ağır havancıydım. Dersti, tatbikattı, nöbetti altı ay nasıl da geçmişti. Kur'ada Patnos'u çekmiş, nerde olduğunu görmek için ikibuçuk lira vermiştim, harita getiren bir açıkgöze, asteğmen maaşı 700 liraydı. Rahatsızlık da ne demek! Ha tabiî bir de karavana... Anasının kuzuları, ağır eğitimlerden yemekhaneye aç kurtlar gibi koşardık. Yemek beğenmemek mi? Birkaç yüksek sosyete arkadaş "kantin" takılırdı. Ama çoğunluk o yemekleri evinde bile bulamazdı ki! Bin ağızdan Anadolu gençlerinin gür ve tok sesi "Tanrımıza hamdolsun, milletimiz var olsun", "Afiyet olsun", "Sağol!!!" Hâlâ kulaklarımda çınlar ve hâlâ aklıma geldikçe ürperirim. Nerede kaldı rahatsız olmak...