Bütün dünyada şirketlerin büyük çoğunluğu aile şirketleridir. Türkiye'de de bu tür şirketlerin oranı yüzde yüze yakındır. Her ne kadar aile şirketi olmak bir noksanlık ya da dezavantaj değil ise de aile ile şirket ilişkileri iyi düzenlenemediği takdirde birtakım yönetim zafiyeti ortaya çıkmakta bu ise şirket kaynaklarının verimsiz kullanılmasına hatta bazen israf edilmesine yol açmaktadır. Geçen salı akşamı TGRT-HABER TV'de İş Dünyamız programında konuğumuz Kültür Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Koçel idi. İşletme yönetimi konusunda duayen bilim adamlarımızdan biri olan Tamer Hoca aile şirketleri konusunda en fazla kafa yoranlardandır. Hatta bu konuda iki yılda bir 'Aile Şirketleri Symposyumu' düzenlemektedirler. Prof. Dr. Tamer Koçel'in üzerinde en önemle durduğu konu şirketlerimizle ilgili bilimsel araştırmaların eksikliği idi. Gerçekten bilimsel verilere dayanmayan bazı önerilerin şirketlere fayda yerine zarar vermesi muhtemeldir. Özellikle sosyolojik temeller üzerinde yıllar hatta asırlar boyu edinilen tecrübelerle kristalleşen şirket kültürlerini bir kalemde silip atmak anlamında anlaşılan 'Kurumsallaşma gayretkeşlikleri'ni bendeniz de hep ihtiyatla karşılamışımdır. Özellikle aile şirketleri gündeme geldiğinde son yıllarda ilk akla gelen 'kurumlaşma' 'profesyonelleşme' tavsiyelerini çok fazla abartmamak şirketlerin kimyalarını bozacak, hızlarını kesecek, onları hantallaştıracak boyutlara taşımamak gerekir. Aile şirketlerinin en önemli ögesi olan 'duygusal zekası yüksek liderlere' sahip olma avantajını dumura uğratmak, diğer bir deyişle 'kurucu babaları başarı ve ilerlemenin engeli gibi gösterip, genç aile fertleri ve profesyonellerle onların arasına bariyerler kurmak' şeklinde anlaşılan kurumsallaşma anlayışlarını bırakmalıyız. Bunun yerine ülkemizin yıllardır içinde bulunduğu olumsuz şartlar dolayısıyla aşırı temkinli davranmaya alışmış 'babalarla' değişimin fanatik taraftarları olarak yetişen 'oğullar' ve 'menagerler'in aralarını bulmak; özet olarak 'tecrübe ile enerji'yi bir araya getirip sinerji oluşturacak makul ve mantıklı barış planları yapmak zorundayız. Tamer hocanın dediği gibi konuyu bu bütünlük içinde almayıp bütün ümitleri Amerikancasından tercüme edilmiş bir 'Şirket Anayasası'na bağlayıvermek çözüm değildir.