Uzun ömürlü şirketlerin en önemli özelliklerinden biri de malum "güçlü bir şirket kültürüne sahip olmalarıdır." Şirket kültürü ise tanımlanması ve kavranması yönünden oldukça zor bir konu olagelmiştir. Hele hele bu kültürün iş hayatının gittikçe hızlanarak değişen şartlarına uyumlu hale getirilmesi başlı başına bir problemdir. Bundan yıllar evvel yetmişli yaşlarda bir Japon, iki gün boyunca toplam kaliteyi mühendislik ve teknik boyutuyla anlattıktan sonra, geri kalan onbeş dakikada konunun şirket ve yönetim kültürüyle olan ilişkisini çok anlamlı bir cümleyle özetlemişti. Önemine binaen o cümleyi tekrar sizlere aktarmak istiyorum. Matsushita Electics'de kırk yıl çalışmış olan yetmişlik delikanlı: "Eğer şirketlerinizde 'ego'ya dayalı yönetim tarzından, 'insaniyet'e (humanity) dayalı bir yönetim kültürüne geçiş yapamazsanız, iki gündür anlattıklarımı unutun, hiçbirini uygulayamazsınız" demişti. Son zamanlarda çok sık gündeme gelen "insan odaklı yönetim", "kalbe endeksli yönetim", "işe yüreğini koyan çalışanlar", "duygusal zekâ", "hizmet eden liderlik" ve benzeri yeni denilen yönetim kavramları aslında bizim kültür köklerimizin derinliklerinde var olan şeyler. Özellikle son onbeş yirmi yıldır "Anadolu aslanları" deyimiyle gündeme gelen ve gerçekten Anadolu'nun bağrından kopup gelen şirketlerde bu kavramlar bütün koyutlarıyla gündemdedir ve uygulanmaktadır. Çünkü bu şirketlerin sahip ve yöneticileri ve de özellikle fazla mürekkep yalamamış olanları, bugün batılı yönetim uzmanlarının tanımlamaya ve oluşturmaya çalıştıkları "liderlik konsepti"ne tabii olarak sahip olan kişiler. Bunların kurdukları şirketler de yine modern, esnek yapılı, hızlı karar verebilen, müşteri odaklı kültüre sahipler. İşte tehlike buradan sonra başlıyor. Güç ve gönül birliği... Bu şirketlerin ikinci nesilleri babalarının yönlendirmesi ve imkân sağlamasıyla, teknik ve yönetim konularında yurt içinde ve çoğunlukla da yurt dışında tahsil yapıyorlar. Oralarda öğrendikleri bilgileri ve uygulamaları babalarının şirketlerinde uygulamak istiyorlar. Kurucu babalar ve onların "Kravatlı oğulları" olgun bir ortamda güç ve gönül birliği yapabilirlerse, bizim öz yönetim kültürümüzde, batının başarılı yönetim teknikleri bir araya getirilip başarılara başarılar katılıyor. Uyum sağlanamazsa, o zaman değişim rüzgârlarının daha da şiddetlendirdiği "nesiller arası farklılıklar" daha büyüyor ve şirketler güç ve hız kaybediyorlar, hatta bölünme ve çöküşler yaşanabiliyor. O bakımdan "kurumsallaşma" ve "profesyonelleşme" çabalarının "kaş yaparken göz çıkarmaya" dönüşmemesi için tarafların önce "birbirlerini dinlemeye" ve sonra "birbirlerini anlamaya" çalışmaları gerekiyor. Bu zor safha aşılırsa, gerisi kolay oluyor...