Eveet... Bütün dünya kamuoyunu günler boyu televizyon karşısına çakan(!) beş halkalı olimpiyat oyunları sona erdi. Eh, bizim gibi yazan ve konuşan takımına da elbet bir "çorba" çıkar dedim ve kaleme sarıldım bugün... Amerika Birleşik Devletleri çoğunluğunu Afro-Amerikan vatandaşlarının hak ettiği yüz küsur madalya kazandı. Onu sırayla Çin, Rusya, Avustralya, Japonya, Almanya izlediler. Biz de yirmiikinci sıraya oturduk. Şöyle bir yoruma katılır mısınız bilmem? Bu madalyalar buzdağının görünen kısmıdır. Yani onda biridir. Buzdağının altında bu küçük kısmı taşıyan ana kütle vardır. O ana kütlede neler olabilir? Nüfus, fert başına milli gelir, verimlilik, sporla ilgili devlet politikaları, insan haklarına saygı, dürüstlük duygusu, hukukun herkese aynı şekilde uygulanması anlamında adalet, farklı kimlik ve kültürlere saygı ve bunun getirdiği millet şuuru, inanç, fikir ve teşebbüs hürriyeti, gerçek anlamda demokrasi ile milletin yönetimde söz sahibi olması, uzun yıllara dayanan spor kültürü, gençlerin bu alana sevdirerek yönlendirilmesi, sadece birkaç kulüp başkanının sayfa ve ekranlardan taşan beyanat ve dedikoduları ve saatler boyu ekranlardan gına getiren tartışmaların yer aldığı futbolla değil, diğer birçok spor dalıyla ilgili alt yapının hazırlanması ve daha birçok konu... Bu arada sporcuların iyi seçilip yetiştirilip başarıyla motive edilmeleri. Daha da sayılabilir... Yani buzdağının üstünde ışıldayan madalya kolay ele geçmiyor. İş dünyasının madalyası! Eh, gelelim bizim çorbaya. İş dünyasının madalyası da "kâr"dır. Her ne kadar son günlerde kâr kadar çalışanlara, müşterilere, toplumun hatta insanlığın mutluluğuna ne katkıda bulunulduğunun da sorgulanması gündemdedir. Ancak yine de kâr etmeyen şirketlerin hayatlarını sürdürmeleri mümkün olamaz. Buzdağının üzerinde yer alan ışıltılı kârların varlığı ve çokluğu için buzdağının altında neler olmalı? İşte bu soru belki de işin püf noktasıdır. Şöyle bir özet yapalım isterseniz. "Sağlam bir şirket kültürü, açık ifadesiyle bağlı olduğu değerleri, varlık sebebi (misyonu) nereye varmak istediği (vizyonu), bu vizyonu nasıl gerçekleştireceği (stratejileri) belli olmayan, iş hayatında hâlâ mevcut olan klasik, analitik, Newtonist, Taylorist, emredici tanımlayıcı (determinist) anlayıştan, belirsiz, karmaşık, kaotik özelliklere sahip iş hayatının yeni ihtiyaçlarına cevap verecek yönetim anlayışlarına doğru değişmek gereğini anlamadan, kısaca hızlanan değişimi idrak edip onu yönetmeye azmetmeden, bunun için gerekli şirket içi ve dışı ilişkileri geliştirmeye yönelik; öğrenen olmak, iletişimi iyi becermek, bilgi çağının çalışanlarını motive edecek metodları geliştirmek ve bütün bunları kolaylaştıran takım olmaya kafa yormadan, özet olarak müşteri memnuniyetini zirveye taşımak için gerekli emreden yönetici anlayışından "hizmet eden lider" davranışına geçmeden kârını artırmayı düşünen şirketler güneş altında kalmış buz gibi erimeye mahkumdurlar" Yine kaptırdık gitti... Ben bile cümlenin başını sonunu unuttum gibi. Ama iş adamı ve yöneticilerin başarısının temelinde yatan "heyecanlarına" birazcık katkım olduysa ne mutlu. Çünkü olimpiyat oyunlarında heyecansız hiçbir sporcunun başarılı olduğunu göremedim.