Bir yöneticinin kurumuna yapabileceği en büyük katkı, işine gelirken getirebildiği pozitif enerjidir. Pozitif enerjinin en güzel göstergesi de "güler yüz" ve zor olmakla beraber "tatlı dil"dir. Bu tesbit her zaman geçerlidir. Ama kriz zamanlarında daha bir önem taşır. İnsanların tabiatları, huyları, davranış tarzları farklıdır. Bazı insanların fizyonomisi "gülen" tiptir, bazılarının "somurtan"... Ancak yöneticilik yapmaya soyunan ya da soyundurtulanların "somurtan" olma lüksleri olamaz. Kurmaylığa hazırlanan genç subayların ayna karşısında jest ve mimiklerini düzeltme talimi yaptıkları malum. Zira onlar asık suratlı değil ama her zaman ciddi görüntü vermek durumunda olduklarını düşünürler. Belki askerlik mesleğinin tabiatı bunu gerektiriyordur. Ama sivil organizasyonlarda mütebessim bir çehreye sahip olmak için ayna karşısında çalışmak şarttır. Aksi takdirde başarı zorlaşır. Çünkü insan denen muamma yaratığın duygularını harekete geçirmeden onu tam olarak motive etmek mümkün değildir. Yöneticinin ağız açısı! Yöneticinin ağız açısını ölçmeye kadar işi ileri götürenler bile var. Alt dudağın ortası ile iki dudak kenarlarının birleştiği noktaları birleştiren açı doksan derece civarında ise iyidir. Ancak 230 derecelere dayanmışsa yöneticinin birşeyler yapması lazım. "Tamam da benim yaradılışım bu, gülümsemeyi beceremiyorum" diyorsanız onun da çaresi var. "Kendinizle biraz alay etmeyi" deneyin. Ama bunu katıksız bir samimiyet ve içtenlikle yapabilecekseniz işe yarar aksi takdirde denemeyin, daha kötü sonuçlar doğurur. O zaman olduğunuz gibi kalın, daha az zararlı olur. İşte çok uzaklardan bir damlacık... Askerliğimi Ağrı'da yapmıştım ya. Bir vesile ile Muş'a gitmiştim. Muş'un yokuşunun sonunda kaldırım üzerinde bir kabir gösterdiler ve "Bu mübarek zat sizin adaşınız Molla Resul'dür" dediler. Ve de ondan bir tadımlık anlattılar. Çok uzaklardan El-Cezire'den, ya da Cizre'den, bir genç Molla Resul hazretlerinin methini duyar. Onun medresesinde ilim tahsil etmek düşüncesiyle Muş'a gelir. Molla Resul hazretlerinin medresesine varır. Evde olduğunu söylerler. Evi bulur bahçe kapısını çalar, kapı açıktır ve bir ses buyur eder genci. Avluda sade kıyafetle orta yaşlı bir zat abdest hazırlığı ile meşguldür. Edeble sorar genç: "Efendim Molla Resul hazretlerinin hanesi burasıdır dediler. Kendileriyle görüşmek mümkün olur mu!" "Hadi canım sen de!.." Genci karşılayan Muş Medresesi Müderrisi, Molla Resul'dür. Sorar gence: "Ev burası da; onunla ne işin vardır?" Genç ürkekçe, "Efendim kendileri büyük bir alim imiş de ona talebe olmak arzu ederiz." "Alim mi, hem de büyük, hadi canım sen de, o da senin benim gibi yarım akıllının biridir" der Molla Resul. Genç adam "Estağfirullah efendim o nasıl söz" der ürkerek. Molla Resul devam eder: "Nereden geliyorsunuz?" Genç "El Cezire'den" der. Molla Resul dozu artırır: "Vah vah, o kadar yolu bir yarım akıllıdan ilim öğrenmek için mi teptiniz, yazık yazık" Genç, "Efendim hem o mübarek zatın hanesinde bulunup, hem de o zat hakkında böyle konuşmak uygun mudur?" der biraz sertçe. Molla Resul devamla, "Haklısın belki evladım, ama ben onu çok yakından tanımasam böyle konuşur muyum? Dediğim gibi yarım akıllının biridir o" der sakince. Bunun üzerine hiddetlenen genç, tuttuğu gibi alır altına ve dövmeye başlar mübareği. Gürültüye koşan hane halkı "Ne yapıyorsun sen, bırak hocamızı" diyerek genci tutmaya çalışırlar. Mübarek tebessümle buyurur ki: "Ellemeyin, bırakın dövsün, zira beni benim için dövüyor!" Alayın bu derecesi... Tabii kendimizle bu derece de alay etmek mümkün olamaz. Çünkü o seviyeyi tutturmak herkese nasip olmaz. Ama yine de en yüksek mevkiden en aşağıya doğru "ego"muzun az zararla atlatılabileceği birkaç motif bulunur herhalde, denemekte yarar var. Ne dersiniz? Tekrar iyi bayramlar...