Bendeniz yetmişli yıllarda Almanya'da üç yıl yaşadım. Eğitim sistemini derinlemesine incelemiş değilim. Kulaktan dolma aklımda kalanları sizlere aktarayım, belki bugünlerdeki tartışmalara katkısı olur... Anaokuluna orada 'Kinder Garten' derler. Kelime kelime tercümesi 'Çocuklar Bahçesi'dir. Bizim şimdi anaokulu dediğimiz bu ilkokul öncesi okulların bildiğim kadarıyla büyük çoğunluğu kiliselerin yönetimindedir. Buralarda çocuklar oyunlar eşliğinde Hristiyan inancına ve örfüne göre eğitilirler. Sonra ilkokul başlar. Bu okullarda çocuklar çok sıkı takip edilir. Danışman öğretmen ya da sınıf öğretmenleri çocukların hangi alana yatkın olduğunun ön tesbitlerini yaparlar. Bundan sonra 'Mittel Schule' denilen bizdeki ortaokul başlar. Bu okulun sonuna doğru rehber öğretmenler daha yakın müşahedelerle çocuklar hakkında yön belirlemeye yarayacak hükümlere varırlar. İşte buradan itibaren çocuğun akademik hayata yönlendirileceği 'Gymnazium' yani bizdeki liseye mi, yoksa 'Fach Schule' yani meslek okuluna mı sevk edileceği kararını verir. Tabii bu zor karar çocukla ve aileyle bire bir yapılan ciddî görüşmelerden sonra alınır. Bu safhalarda rehber öğretmenlerin kanaatleri büyük oranda etkilidir. Çocuk ikna edilerek yönlendirilir. Ancak liseye giriş de bildiğim kadarıyla bir imtihanla olur. Lisede başarılı olamayan çocuk tekrar meslek okuluna gidebilir, meslek okulunda çok başarılı olanların üniversiteye gitmeleri yolu da her zaman açıktır. Burada kritik nokta 'Rehber Öğretmenler'in durumudur. Bu insanlar ülke kaynaklarını israf edecek yönlendirmeler yapmazlar. Meslek okuluna gidecek kapasiteye sahip çocukları hatır gönül için liseye yönlendirmezler. Din dersleri herkes için seçmelidir. Herkes serbestçe ve hiçbir baskı ve ayıplamaya uğramaksızın istediği inancın derslerini alır. Hatta Katolik ve Protestan kiliselerinin kontrol ettiği ya da sahip olduğu üniversiteler de mevcuttur. Normal üniversitelerde tahsil gören rahibeler filmlerde gördüğümüz kıyafetleriyle tahsil hayatlarını rahatça sürdürürler. Ayrıca onlara daha bir saygılı yaklaşılır. Üniversitelerde en ağır tartışmalar rahatça yapılır. Bilimsel tartışma platformlarında yeni başlamış bir asistanın en rütbeli profesörle kapışmasını bizde hayal bile edemezsiniz. Bir Marksistle Neo-nazi'nin üç yıl boyunca aynı odayı paylaşarak doktora çalışması yaptığı bizzat tarafımdan görülmüştür. Yumrukların değil ama fikirlerin çıkardığı gürültünün bazen etrafı rahatsız edecek boyutlara vardığı çok duyulmuştur. Hangi dinden olursa olsun dindar olan kişilere daha özenli yaklaşıldığı da erbabına malumdur... Özetle Almanya macerasından bu kadar, umarım bazı kulaklara çarpar ve de yararlı olur.