İlkokulda, ortaokulda, en ince detaylarına kadar öğrendiğimiz Yunan ve Roma tarihlerinde kırmızılar ve yeşiller diye iki gruba ayrılmış vatandaşların araba yarışlarını takip etmek için hipodromlara doluştuğunu okurduk. İşte o hipodromlardan biri de Alaşehir'de gösterilirdi bizlere. Bayağı büyük bir alan, etrafında tribünler. Küçücük aklımla maviler ve yeşiller olarak halkın nasıl ayrıldığını düşünür durur, bir türlü, çözemezdim. Ta ki neden Fenerbahçeli olduğumu, ince sosyal tahlillerden sonra idrak edinceye kadar. Renk aşkımın sebebi! Ne derece genelleştirilebilir bilmem ama benim renk aşkımın sebebi belli. Alaşehir'de benim gençliğimde de futbol bugünkü gibi popülerdi. O zamanlar iki takım vardı. Biri sarı lacivert formalı "İdmanyurdu" diğeri lacivert bordo formalı "Gençlik Kulübü"... İki büyük parti de "Demokrat Parti" ve "Halk Partisi" idi. İşte bizim aile, yani Alaşehir tabiriyle "Bubamgille", "Demirkıratlı" olduğundan, takım olarak da İdmanyurdunu tutardık. Onun forması sarı lacivert olduğundan İstanbul takımlarından hangi partili olduğuna bakmadan Fenerbahçe'yi tutuverdim. O tutuş... Peki siz takımınızı niçin tutuyorsunuz. Mutlaka sevdiğiniz biri, dayınız, amcanız, ya da eniştenizin gazına gelmiş olmalısınız. Ama benim renk aşkımın hiç olmazsa bir mesnedi var. Ülke insanı ne kazanıyor? Sonuç olarak bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de futbol endüstrisi kimlere ne fayda sağlıyor incelemeye değer bir şekilde büyüdü gelişti ve bugünlere geldi. Spor basınının, -en azından bizim spor bölümümüzün iştahını kaçırmak istemem, ama- şu soruyu da sormadan edemiyorum: "Alt alta toplamak imkanı olsa milyarlarca dolar yatırım ve harcamaya, milyonlarca saat zamana, bir o kadar gerginliğe sosyal çatışmaya varabilecek olaylara mal olan ve neticede 22'si saha içinde birkaç antrenör ve yedek oyuncunun kenarda hoplayıp zıplayıp, hem spor yapıp hem de para kazandığı bu maçlardan; seyredenler ve genel olarak ülke insanı ne kazanıyor?" Tek makul cevap son yıllarda Türkiye'nin batılılaşma sürecindeki imaj tazelemesine katkısı, uluslararası tanınma oranının artması olabilir. Olabilir de daha ferdi ve toplumu işin içine katacak spor tesislerinin geliştirilmesi daha faydalı olmaz mı? Yani bu işin bu derece de abartılması doğrusu canımı sıkıyor. Hele hayvanat bahçelerinde kullanılan tel örgülerin arkasına altmış yetmişbin insanı beşbin polis görevlendirerek zapt-u rapta almaya çalışarak yapılan (ne demekse) derbi, öncesi ve sonrası herkesin haftalarca laflamasına bayağı bozuluyorum. Ortalığı ayağa kaldıranlar Ha bu arada, Fenerbahçeli bir oyuncunun kesinlikle kasti olmayan bir şekilde eline top çarptı diye ortalığı ayağa kaldıranları ise anlamakta güçlü çekiyorum. Bu konuda; 23 Eylül günü gündemden ayrı kalmamak için olduğunu baştan belirterek köşe yazısını bu maça hasreden ve de Fenerbahçe ve Galatasaray camialarının sosyolojik tahlilini fevkalade bilimsel şekilde yaparak Fenerbahçe'yi tutmamın benim açımdan doğru bir karar olduğunu ortaya koyan, yazısının sonunda fiziki tahliller sonucu hakemin penaltı vermemesini haklı bulan Cengiz Çandar Bey'e de teşekkür ediyorum. Ne diyordum, bu maçlara bu kadar kafa yormamalı, hele normal tel örgülerin dışında ayrıca, bir tel örgüyle ayrılan yerlerde oturanlar da, normal seyircilere kötü örnek olmamalıdırlar. Değil mi ya?