Bir antrenörü takımın başına getiriyorsunuz. Adamın kendine göre başarılı olacağına inandığı bir oyun stratejisi, üslubu, ya da raconu var. Bu stratejiyi uygulamak için de belli kafa yapısında oyunculara ihtiyacı var. Kimi antrenör oyuna devamlı dışardan müdahale etme yoluyla başarılı oluyor. O zaman ona az inisiyatif kullanan, oyun esnasında mümkün olduğu kadar gözü antrenör kulübesinde olan oyuncu tipi lâzım. Bu antrenör devraldığı takım dahi risk almayı seven, çok kabiliyetli yıldız futbolcularla başarılı olamayabilir. Bu da bir tarzdır... Bazı antrenör ise atak, risk alan nerede ne yapacağı belli olmayan yıldız futbolcular üzerine stratejisini kurmaya alışmıştır. O da bu tür oyuncuları tercih eder ve takımını bu anlayışla şekillendirir. Başarıyı yakalamaya çalışır. Bir üçüncüsü, kulüp yöneticilerine ya da daha kötüsü tribünlerin tepkisine göre takımını şekillendiren tarzdır. Bu antrenörün başarılı olması beklenemez, ama bu da bir tarzdır. Tarzı ne olursa olsun takımın başına bir şekilde getirilen antrenörün zamana, mekâna ve imkâna ihtiyacı vardır. Sözleşme imzalanır, başarı izlenir, kısa vadeli başarısızlıklar ya da tesadüfi başarılara fazla önem vermeden hiç olmazsa sözleşme süresinin sonuna kadar antrenöre şans tanınır. Beceremezse kulüp yönetimi antrenörünü değiştirir. Başarısızlığın temel sebebi Bir kulüp için en kötü durum, antrenörün sözleşme süresi dolmadan görevden alınabileceği imajıdır. Bu başarısızlığın belki de temel sebebidir. Galatasaray'ın UEFA hatta Avrupa Şampiyonu olduğu dönemde Fatih Terim Bey dört yıllığına mukavele imzalamıştı. Ve tribünlere değil kendi stiline uygun bir tarz sergilenmiş ve başarıyı yakalamıştı. Fenerbahçe ise kısa vadeli ve tribünlere oynayan pahalı yıldızlara güvenerek hiçbir hocaya gerekli zaman tanıma olgunluğunu gösteremediği için bendeniz dahil bütün taraftarlarını tırnak yeme alışkanlığına düçar etti. Şimdi de millet bir takımı ve antrenörü beş yıllığına görevlendirdi. Takım lideri de kendi tarzına uygun oyuncuları takımına alarak başarılı olmaya çalışıyor. Tribünler habire bağırıyor. Şu oyuncu şöyle, bu oyuncu böyle! Efendim oyuncuların Futbol Federasyonu'nun kuralları çerçervesinde sahaya çıkmaya mani bir halleri yoksa, bağırıp çağırmanın ne âlemi var! Memlekette, çoğu ülkeye nasip olmayan bir anayasal devlet düzeni var; hukukî altyapı var. Güvenlik kuruluşları var. Bu kurallar çerçevesinde eksiği gediği olmayan kişilerin sahaya çıkmasını bağırıp çağırarak önlemeye çalışmak, hatta sahaya hücum edip oyunu oynanamaz hale getirmeye uğraşmanın kimseye faydası olur mu? Demokrasinin tadını çıkarmak... Lütfen bırakın demokrasinin tadını alarak şu maçı şöyle rahatça seyredelim. Başarılı olamayanları milletin nasıl hallettiğini defalarca gördük. "Ha, ben bu cahil millete güvenmiyorum, onlara doğruyu ancak ben gösterebilirim" şeklindeki düşünce kalıbını hâlâ kıramayanlar varsa, bilgi çağının bütün unsurlarıyla dünyayı dalga dalga sarmaya başladığı bu dönemde onların da halkın idaresine, yani demokrasiye inanmaya başlayacakları günlerin uzak olduğunu sanmıyorum...