Batıda sanayi çağının yönetim tarzı, feodalite (derebeylik) ve militarite (askerlik) sistemlerinin karışımı üzerine kurulmuştu. Sanayileşme hamleleri başlayınca toprak sahipleri fabrikaların da sahibi olmuşlardı. İlk önceleri şirketlerini sert derebeyi anlayışıyla ve tarım çağının paradigmalarıyla yönetmeye çalıştılar. Yani yönetenlerle yönetilenler arasında çok belirgin statü farkları vardı ve bu kesimler birbirleriyle görüşemez, konuşamazlar, aralarındaki ilişki sert askerî hiyerarşi tarzında emir ve talimatların verilmesi, alınması ve yapılan işin sonuçlarının kontrol edilmesi tarzında yürütülürdü. Piyasa mala ve hizmete "aç"tı. İnsanlar ne bulurlarsa almak ve böylece asırlar boyu mahkum oldukları "üçüncü sınıf vatandaşlık" durumundan daha çok ve lüks mallar tüketerek kurtulmaya çalışıyorlardı. Tüketilen ve kullanılan mallarla sosyal statü arasında kurulan ve insanları lükse ve israfa sürükleyen bu anlayış, uzun yıllar sürdü ve bu "şişirilmiş talep" şirketleri aşırı ve anormal kârlarla besledi. Bu şekilde verimlilik düşüncesini ikinci planda bırakan anlayış yaygınlaştı, müteşebbis ve patronlar çok fazla özen göstermeden aldıkları kararlarla bol para kazanmaya devam edegeldiler ve tarım çağındaki derebeylik düzeni sanayi çağında da sürdürüle geldi. Etrafınıza bakma alışkanlığınız varsa dünyanın her yerinde gerek devlet gerek özel sektörde bu yönetim tarzının hâlâ devam ettirilmeye çalışıldığını görürsünüz. 1960'larda başlayıp 1970'lerde hızlanan ve 1980'lerden itibaren herkesin hisseder olduğu küreselleşme rüzgârları ve "bilgi"nin ışık hızıyla yayılmasını sağlayan teknolojik gelişmeler, toplumlararası, milletlerarası, şirketler arası ve de şirketler içindeki yönetenler ve yönetilenler arasındaki duvarları eritmeye başladı. İnsanlar sosyal statülerini yükseltmek için mala ve hizmetlere saldırır halden, hayatlarını kolaylaştıracak faydayı sağlayan mal ve hizmetlere doğru yönelmeye başladılar. Şimdi artık hangi mal ve hizmetlerin üretileceğine sanayi çağının derebeyi zihniyetindeki patronlar ve onların bol maaşlı kurmayları değil, gittikçe insan olduğunun şuuruna varan "tüketici"ler karar veriyorlar. Bunların ne istediklerini sırça köşklerde oturan üst yöneticiler değil, onlarla iç içe yaşayan alt kademeden her çalışan daha iyi görebiliyor, hissedebiliyor. İşte alt kademelerle arasındaki duvarları yıkabilen yöneticiler ve şirketler bunun için başarılı oluyorlar. Bu tür yazılara "Sofistike olmuş" derler bizim piyasada. Bazen de böyle olabiliyor, hoş görün...