İstanbullunun, dünyanın en güzel şehrinde yaşama imkânı yanında, dünyanın en sıkışık trafiğinde hayatını sürdürme zorluğu da var. Eh, "gülü seven dikenine katlanır" deyip geçivermeli, ama elde değil. 1350 gram ağırlığında, içindeki yüz milyar hücrenin, komşu hücrelerle temas kurup elektrik akımı sağlayıp, bu akımın meydana getirdiği enerjiyle protein sentezleri yaparak; gören, duyan, düşünen, konuşturan, güldüren, kızdıran beynin düşünmesini durdurmak mümkün olamıyor. Hele göz göre göre mânâsız ve mantıksız olduğu belli olaylar beyni daha bir fazla zonklatıyor. Dün havalarda uçtuk. Çoğunuz yere inmemi öğütlemiş olmalısınız. Ben de indim. Ve bir iş için saat 11.00 sularında Boğaz Köprüsünü kullanarak Anadolu yakasına geçtim. Akşam saat ondokuz sularında tekrar köprüyü kullanarak geri dönmeye çalıştım. İstanbul'un "cuma trafiği" denen keşmekeşi içinde normalde yirmibeş dakika alacak yolu yaklaşık iki buçuk saatte katederek, bitkin vaziyette eve döndüm. Bu arada TEM yolundan akşam üzeri Anadolu yakasına geçmek için yollara dökülen arabaların oluşturduğu kuyruğun uzunluğu köprüden, Mahmutbey kavşağına kadar uzanıyordu. Aynı uzunlukta bir diğer kuyruk da diğer köprüde oluşmuş olmalıydı. Şimdi, uzun yıllar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı da yapmış olan Sayın Başbakanımızdan şunu istirham ediyorum: Devletin istihdam ettiği binlerce uzmanın birkaçından bu işin hesabını yapmalarını istesin. Muhasebecilerin meşhur T cetvelinin bir tarafına, günlük ortalama geçiş yapan araçlardan elde edilen gelirleri yazsınlar. Bu gelirlerden elde edilecek varsa repo, faiz gelirlerini, bu sıcak paranın getirdiği avantajları, hepsini toplasınlar. Karşı tarafa da, bu milyonlarca arabanın fazladan beklediği ortalama süreleri hesaplasınlar. Bu süre zarfında boşuna sarfedilen her nevi akaryakıtı, motor yağını ve bunlar için fazladan ödenen dövizin bedelini, arabaların eskime payını, yedek parça giderlerini, fazladan yakılan akaryakıtın sebep olduğu hava kirlenmesinin maddi bedelini, insanların iş ve dinlenme kayıpları dolayısıyla meydana gelen verim kayıplarını ve diğer bütün maddi kayıpları hesaplayıp yazsınlar. Sayın Başbakan önüne konulan bu bilançonun masraflar kısmına insanların çektikleri azabın bedelini de elini vicdanına koyup, tahmin edip eklesin. Yeter ki hesap yapılsın!.. Hesap ortaya çıktıktan sonra, millete yani bize desin ki: "Ey millet, ben bu hesabı en ince teferruatına kadar yaptırdım. Köprüleri bedava yapmak, uygun olabilir. Ancak mertçe söylüyorum, sizlerin büyük azaplara duçar olduğunuz bu uygulamayı, hazineye bir parça nefes aldıracak 'sıcak para' ihtiyacını sağlamak için yapıyoruz. Kusura bakmayın, beş on sene daha bu sıkıntıya katlanın!" O zaman hiç olmazsa derim ki: "Oh be, birisi bu hesabı yapmış, ama ne yapalım ki bu durum acilmiş de, biz de katlanmalıymışız. Ha, eğer yapılan hesapta işin gelir kısmı kıyas kabul etmez derecede yüksek çıkarsa, bütün bu yazdıklarımı yutarım. Yeter ki, işler hesaba kitaba dayanılarak yapılsın.