Her şeye 'yönetim' gözlüğüyle bakmak bende bir 'tik' oldu. Her girdiğim ortamda gözüm kulağım etrafta. Bazen kendi kendime 'Çıkar şu gözlüğü rahatına bak, bulunduğun anın keyfini sür' diyorum ama olmuyor. Geçen pazar günü Büyükşehir Belediyesi'nin Küçükçekmece'deki Sosyal Tesislerine gittik. Bizim neslin paradigması devlet kuruluşlarından uzak durmaktır. Hele yemek yemeye bir devlet kurumuna gitmek hiç düşünmeyeceğimiz bir şeydir. Çünkü zamanında bu tür yerlerde hem çok kötü hizmet almaya hem de horlanıp azarlanmaya düçar olduğumuz için uzak dururuz oralardan elde olmadan... Ancak son yıllarda özellikle İstanbul'da bu paradigmamızı yıkan güzel tesisler ve hizmetlere kavuştuk. Neyse bahsettiğim tesisin bahçesinde mis gibi kokan sümbüller karşıladı bizi. İçi pırıl pırıl bütün diğer sosyal tesisler gibi. Garson arkadaşlar güler yüzlü, tertemiz çocuklar. Fiyatlar idare eder. Artık bak keyfine değil mi? Hayır ille bir şeyler daha görmeliyim. Sonunda buldum. Ortalıkta dolaşan 'şef' olduğu anlaşılan arkadaşı gözlemeye başladım. Olacak iş mi arkadaş. Adam küçük, büyük, yaşlı, genç kim gelirse gelsin o anda kapıya yakın ise her defasında seğirtip kapıyı açıyor. Ve bunu bıkmadan usanmadan ama gayet tabii bir şekilde yapıyor. Aslında bu ona resmen verilmiş bir görev değil. Ama adam sanki kendi evine misafir gelmiş gibi bu işi severek yapıyor. Bir ara çay ısmarlamak için garsonlardan birine bakındım. Adam pat masanın başında belirdi. 'Şefim ben garson arkadaşlardan birine bakmıştım siz zahmet etmeseydiniz' dedim. Arzumuzun çay olduğunu öğrenince koştu gitti çaylarımızı getirdi. Bu satırları okuyan patronlar ve yöneticilerden 'Ah böyle birkaç elemanım olsa' diyenler varsa gidip o işi yönetenlerden bu işin sırrını sormalarını tavsiye ederim. Amerikalı yönetim uzmanları buna 'Benchmarking' diyorlar. Türkçesi 'Kıyaslama' 'Kıstas alma' diye tercüme edilen bir yönetim tekniği. Hani bizim 'Git de boyunun ölçüsünü al gel' dediğimiz şey...