"Bu da geçer yahu!"

A -
A +

Türkiye'nin son yarım asrını şuurlu olarak; hissederek, duyarak, görerek yaşıyanlardanım. Üç tane ihtilal, bir o kadar muhtıra, sürüsüne bereket cüppeli ve cübbesiz yürüyüşe şahit oldum. Bir başbakan "asıldığında" göbek atıp oynayan "vicdanı körleşmiş" insanları gözyaşlarımla, hıçkırıklarım arasında görmek talihsizliğine uğradım. O başbakan ki, bugün bir partinin cakalı başkanı gençliğinde meydanlarda, onun yakasına yapışıp "Demokrasi istiyoruz" diye çullandığında "Evladım, bir başbakanın yakasına yapışmış asılıyorsun, daha ne kadar demokrasi istiyorsun?" diye bütün şefkati ve nezaketiyle herkese demokrasi dersi vermişti. Onun için O'na "demokrasi şehidi" derdik. O zaman da üniversite hocaları yürümüş, orduyu ihtilale davet etmişlerdi. Sonra mâlum olan oldu. Ekonomimizi ve sosyal yapımızı perişan, bizi el aleme rezil eden ihtilâl oldu. Sonra da ülke dikiş tutmadı. Her on yılda bir ihtilal olmazsa rahatsız olmaya başladık. Yetmişli yılların sonunda, bendeniz Almanya'da doktorasını yapmış, yüreği ilim aşkıyla yanar, burnunda araştırma yapma hevesi tüter bir şekilde ülkeye döndüğümde, yine üniversite hocaları yürüyorlardı. Her gün sağdan soldan en az otuz kırk vatan evladını hiç uğruna kara toprağa verdiğimiz, üniversite duvarlarında mermilerin sektiği günleri yaşadık. Ülke tam bir kamplaşmaya maruz kalmıştı. Bilenler bilir o günlerde bir "can dostum'la" Bornova dolaylarında her iki taraftan gençlerle diyalog kurmaya, elimizden geldiğince olayları yatıştırmaya çalışıyorduk. Sonra bir gün olan oldu, üniversite, bürokrasi, basın ve çeşitli çevrelerin alkışlarıyla yine bir ihtilâl oldu. Ortalık sükunete hem de bir günde kavuştu. Bütün bunlar olup biterken iş dünyamız her defasında yıllar boyu biriktirdiği sermaye, tecrübe ve bilginin semeresini tam alacağı sırada tepetaklak oldu. Evren Paşa ve arkadaşları, genel konjonktürü iyi okuma becerisi gösterip demokratik hayata eksiğiyle gediğiyle izin verdiler de, rahmetli Özal vizyonunu hiç değilse yüzde elli bir gerçekleştirdi. Sonra yine kısır çekişmeler, tanklarla "balans ayarları", basının, üniversitenin "şuursuz" desteği ile bir şeffaf ihtilal daha yaşadık. İş dünyamız gene perişan oldu. Millet gerçekten "damarlarında dolaşan asil kan"dan olsa gerek her defasında yolunu demokratik yollarla açtı. Hiçbir zaman her şeye rağmen "devletiyle" çatışmadı... Herkes işine baksın! Şimdi yine üniversite profesörlerini tam temsil ettikleri şüphe götürür bir grup yürüyor, konuşuyor, tehdit ediyor, bazı hukukçulara göre "anayasa suçu" işliyorlar. Ancak bu defa iş dünyası çok fazla etkilenmiyor. Hatta yabancı yatırımcılar şakır şakır imza atıyorlar modern projelere. Bu şu demek, Türkiye giderek demokratikleşiyor. Millet yine olayları engin sağduyusu ve sabrıyla takip etmektedir. Hükümete de milleti örnek almalarını tavsiye ederim. Çünkü özellikle haberleşme ve iletişimin zirve yaptığı bu devirde kimsenin millete "kül yutturma" imkanı kalmamıştır. Herkes işine baksın! Fert başına milli gelirimizi en az 15 bin dolar seviyesine çıkarmadan, üniversitelerimizin ilk beş yüze girmeleri mümkün değil.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.