Bir gün "ülken için bir şey dile" deseler, ne dilerdiniz? Bendeniz son günlerde ülkem için "özgüven diliyorum." Belki de dünyanın gerçekten en muhteşem coğrafyası üzerinde bulunuyoruz. Hatta uzaydan çekilen fotoğraflarda üzerinde bulunduğumuz iki yarım ada ve bunların arasındaki Boğazlar estetik açıdan en güzel kara parçası gibi görünüyor. Her türlü zenginliğe sahibiz. OECD'nin bir yılda hazırladığı raporda, Türkiye gerçekten yıldızı parlayan bir ülke olarak resmediliyor. Özellikle nüfusları gittikçe yaşlanan ve azalan Avrupalı devletlerin bir yandan pazar olarak ağzının suyunu akıtıyoruz; ama diğer yandan, ilerisi için onları korkutuyoruz. Raporu kaleme alan uzmanlar, Avrupa ve Asya arasında bir "Ekonomi Kapısı" olduğumuzu, son yaşanan krizlerin Türkiye'nin hantal yönetim çarkının yenilenmesi için bir fırsat oluşturduğunu, bu fırsattan yararlanılarak gerçekleştirilen reformların ve bilhassa özelleştirme konusunun esasa bağlanmasının, Türkiye'nin önünü gerçek anlamda açacağını belirtiyor. Ancak üzerinde önemle durulan konu, siyasi istikrarın demokratik çözümlerle sağlanması. Bundan önceleri başvurulan istikrar sağlanma yöntemleri Batı'nın normlarına uymuyor. O yüzden herkesin oturup siyasetin adam gibi yapılabileceği bir ortamın tesisine kafa yorması gerekiyor. Eninde sonunda bir seçim olur, bir parti %15-20 oy alır da diğer bütün partiler barajın altında kalırsa (matematik olarak mümkün değil diyen var mı?) o bir parti tüm Meclis'i doldurursa ne yaparsınız? O zaman Meclis; ikili mi, üçlü mü, dar mı, geniş bölgeli mi; halkın tercihlerini mümkün olduğunca doğru yansıtan bir seçim sistemine kafa yormalıdır. Millet de, davul zurnayla evlatlarını asker ettiği gibi, yine davul zurnayla evlatlarını siyasete yollamalı, keyfi hangi partiyi isterse. Böylece millet olarak hasret kaldığımız "özgüven"e kavuşuruz. Yoksa 50-60 yıldır ensemizde boza pişire pişire "Bu memleket adam olmaz, abi" paradigmasını beyinlerimize çakan siyasilerin tasallutlarından kurtulmamız zor.