Millet son dört yılda fert başına millî gelirin, ihracatın, ithalatın, döviz rezervlerinin ve de daha birçok ekonomik parametrenin yani ölçütlerin arttığını duydu ve bunların böyle olduğuna inandı. Enflasyonun hız kestiğini, fiyatların eskisi gibi anormal artmadığını, mesela elektrik ve benzeri birtakım mal ve hizmetlere zam yapılmadığını gördü. Aslında bütün bunlar bir ölçüde cebe yansıyan şeylerdi. Ama milletin hâlâ "ekonomik gelişmeler halka yansımadı, istihdam yeterince gelişmedi" düşüncesi devam ediyor. Biz de dört duvar, iki makine bir motorla baş başa kalmıştık, babamla, amcam yollarını ayırınca... Dükkan kirası, motorun o zamanlar anormal pahalı olan bakım ve yakıtı, hepsi ithal malı olan şerit testere ve planya bıçakları, dükkanı döndürmek için gerekli sermayenin yokluğu, evin masrafları ilk günlerimizi boğaz tokluğuna geçirmemizi gerekli kılıyordu. Sonuçta benim cebime harçlık girmesi diye bir şey söz konusu olmuyordu, işimiz çok ağır olmasına rağmen bir işçi çalıştıramıyorduk. Yaklaşık beş- altı yılımızı aldı, tabirî caizse belimizi doğrultmamız. O beş, altı yılda çok zorlandığımız zamanlarda komşulardan beden gücü desteği alarak işimizi sürdürmeye gayret ettik. Sonunda düzlüğe çıktık, ama akıtılan teri, çekilen sıkıntıyı bilen bilir. Ben ortaokulu bitirip Manisa Lisesi'ne yatılı gitmeden bir yıl önce dükkanda yatıp kalkmaya razı olan bir köylü genci işçi olarak alabilmiştik. Düşünün belki on yıllık canhıraş bir gayretin sonunda bir kişiye istihdam sağlayabildik. Çünkü işçi aldın kolay, ama, o işçinin günü geldiğinde emeğinin karşılığını verememek öyle kolay bir şey değildir. İşte ondan sonra dükkandan cebe yansıma başlamıştı. O zamanı yaşayanlar ne demek olduğunu anlarlar. Onbeş günde otuz lira harçlığım vardı yatılı okurken. Ama o otuz liranın nasıl kazanıldığından birazcık haberim olduğu için, harcarken de nasıl davranılacağını az çok kestirebiliyordum. Demem o ki, ülkemiz 1950'lerden itibaren kendi imkânlarının farkına varmıştı. Ancak geçen elli yılda maalesef siyasi çekişmelerin çok şiddetli olması sebebiyle daha ziyade halka şirin görünmeye çalışan "popülist politikalarla" yönetildik. Sıkıştığında işin nereye varacağını hiç düşünmeden Merkez Bankası Matbaasını çalıştırıp halka hoş görünmeyi, ama bu arada azan enflasyon canavarını "Borç yiğidin kamçısıdır" güzel atasözünün arkasına saklanarak şirin göstermeyi marifet sanarak, 2000'li yılların başına kadar geldik. Aslında kriz 1994'lerde patlamıştı ama, sanki bunun sebebi sadece havada uçan bir 'Anayasa Kitapçığı' imiş gibi göstererek iki büyük krizden sonra biraz akıllandık. Çünkü, askerin, memurun maaşını ödeyemez duruma gelmiştik. O günlerde Kemal Derviş'in getirdiği bir küsur milyar dolarla vaziyeti idare ettiğimizi hatırlayalım. İşte ondan sonra babamın bana uyguladığı sıkı para politikasını uygulayarak bugünlere ulaştık. Seçim döneminde bile çok fazla taviz vermediğimiz bu ekonomi politikasını sürdürmeyi başarabilirsek, cebimizin ısındığını hissetiğimiz günlerin yakın olduğunu müjdeleyebilirim. Ama sabırsız, gözyaşısız, gayretsiz hiçbir dükkânın başarılı olması mümkün olmuyor.