Pantolonlarımızın oturma yerlerine önce yama, sonra yama, daha büyük olmak gerekince "süvarilik" yapıldığı, ayakkabılarımızın altına kamyon dış lastiği yamandığı, onun üstüne de "kabara" bir nevi demirden çivi, (krampon benzeri bir şey) çakıldığı, otomobil iç lastiğinden silgi yapılmaya çalışıldığı, bu silgiyle silme yerine samanlı kâğıttan defterlerin yırtıldığı... Bizim çocuk ve torunlarımıza "Amma da abartıyor!" dedirten bu satırların geçtiği yıllarda şansınız varsa kol bacak gibi erişilebilen organların görünen yerlerinde, o kadar şanslı değilseniz vücudun zor ulaşılan yerlerinde önce masum bir sivilce olarak başlayıp, fark etmeyip kaşıyıp azdırdığınızda büyüyen "çıban" çıkardı. Aman Ya Rabbi! Çıban bütün vücudu sarsar, insanı dünyadan koparırdı. Gözümüz hiçbir şey görmezdi. Dünyada en sevdiğiniz şeyler önünüze konsa yemek istemezdiniz. Antibiyotik vesaire hak getire... Biraz durumunuz iyi ise eczaneden bir tüp "kara merhem" alır, sürer, çıbanın olgunlaşmasını sabırla ve günlerce beklerdiniz. Bazı çıbanlar, büyüklerimizin "kökü herhalde fazla derinde, epey uğraştıracak bizi" dedikleri cinsten olur, olgunlaşıp sıkılması bazen yalansız bir ay bile sürerdi. Merhem bulamayanlar, sabun rendesinin içine biraz zeytinyağı ve toz şeker koyar, karıştırır kendi merhemini kendi yapar, başının çaresine bakardı. Çıban gün geçtikçe büyür, kızarır ve her an daha sancılı bir hal alırdı, sonunda ve nihayet "baş verir" iyice toplanan cerahat bazen kendiliğinden bazen da, ağrılara dayanamayıp bütün acısına rağmen sıkılarak patlatılan çıbandan fışkırır çıkar, saatler süren akıntının sonunda tertemiz kan görünür, elde dezenfekteye benzer mevcut ne varsa, ispirto, gaz yağı, tentürdiyot vs. ile pansuman yapılırdı. İşte o çıbanın sıkılıp patladığı an var ya! Sizin için hayatınızın en mutlu ve sevinçli anı olurdu... Ailelerde, şirketlerde, örgütlerde, kurumlarda, milletlerde de böyle oluyor. Bünyede küçükken tedavi edilmeyen sivilceler, çıban olunca can yakıyor, bünyeyi ateşler basıyor, milletin gözü hiçbir şey görmez oluyor. Çoğu zaman da çıbanın kendiliğinden patlamasını beklemekten başka çare kalmıyor, böyle anlarda "sabır" gerçekten çok lâzım oluyor...