İnsan torun sahibi olduğu zaman, çocuk ne demek daha bir anlıyor. Kızlarımı da çok severim, ama torunlar bir başka. İşte bu duygu yoğunluğuyla, enkaz altında kalan yavrularımız için dünden beri gözyaşlarımı tutamıyorum. Bu üzüntümün çokluğu kadar da kızıyorum, bağırmak istiyorum, bu faciaya sebep olanlara lânet ediyorum. Milletin çocuklarını topluyorsunuz bir yatılı okula ve o okul çocuklara mezar oluyor. Yani bir bakıma size emanet edilen yavrulara ihanet ediyorsunuz. Şimdi ne olacak? O insanların acılarını kim paylaşacak? Bu işin suçluları ne bedel ödeyecekler? Yine yapanın yanına kâr kalmıyacak mı bundan önce olduğu gibi? Devlet İhale Kanununun ortaya koyduğu esaslar dahilinde yapılan bir ihaleyle inşa edilmiş bir okul. O ihale kanunuyla bendeniz 5 yıl fuar müdürlüğü yaptım. Meselenin kanun koymakla bitmediğini, o beş yılın tecrübesiyle iyi öğrendim. İnsanların cüzdanları kadar vicdanlarının da muhasebesini yapmalarını sağlamadıkça bir yere varmak mümkün değildir. Şimdi kendimi, eğer suçları varsa o binanın projesini yapan, betonarme hesaplarını yapan mühendislerin, o ihale dosyasını hazırlayan memurların, o ihaleyi kazanıp o binayı yapan müteahhidin, o binanın inşası esnasında kontrolünü yapan mühendislerin yerine koyuyorum. Bu insanlar binayı yaparken binanın içinde cıvıl cıvıl koşuşan yavruların sevgisini gönüllerinde hissetmediler ise, o yavruların ana babaları yerine kendilerini koyma erdemine ulaşamadılar ise, onlara kanun yönetmelik ne yapsın. Bunun adını ne koyacaksanız koyun. Allah korkusu, ahiret endişesi, milli hassasiyet, insanlık duygusu, hapis korkusu... İnsanları insan oldukları, vatandaş oldukları, sorumlu oldukları bir ruh yüceliğine kavuşturmanın yollarını arayıp bulmalıyız. Bu ise devletin âli menfaatlerinin konuşulduğu platformların öncesinde ve sonrasında somurtuk yüzlerle poz vermekle olmuyor. İnsanımız güleryüzle insanları ruhen yüceltmeyi esas alan bir yönetim anlayışının hasretiyle yanıp tutuşuyor.