İş yönetimi (Business Management) denilen bilim dalı gün geçtikçe daha çok önemli olmaya başladı. Bizim neslin ilk 'satın alma kararları'nı vermeye başladığı 60'lı yıllarda memlekette satın alacak mal yoktu desek abartılı olmaz. O günlerde biz şekeri, kahveyi, çayı karne ile alıyorduk desek, bugünün gençlerini bunun mânâsını ancak büyüklerine sorarak anlayabilirler. Yani paran olmak yetmez, o maddeleri alabilmek için devletin verdiği izin belgesine ya da karneye ihtiyacın vardı. Günlük tüketim mallarında durum böyle iken dayanıklı mallarda durum daha bir kötüydü. Mesela bir buzdolabı ya da çamaşır makinesi almak bizler için hayal idi. Hatta bunları duyar, nasıl olduklarını ancak rastlarsak Amerikan filmlerinde görürdük. Araba almayı ise hayal dahi edemezdik. Araba ithal malıydı ve fiyatları bir tarafa özel arabayı ayakta tutacak yedek parçayı sağlayacak mali imkâna sahip olan kimse her şehirde bir elin parmaklarını geçmezdi. 70'li yıllarda üniversitede yurt dışına gitmeden sadece bir arkadaş kayınpederinin hediyesi olarak bir arabaya sahip olmuştu. Memlekette ilk yerli montajlardan olan o arabaya önce parası yatırılmış, bir yıl sonra araba teslim alınmıştı. O para ve o paranın bir yıllık getirisi ile bugün çok lüks bir araba alabilirsiniz. Yani milletin elinde parası mal peşinde koştuğu o günlerde 'ne üretilse satılıyor, arz cephesi keyfine bakıyor, talep cephesi yani müşteriler malı bulduklarına şükrediyorlardı...' İşte o zamanlarda verimlilik yani daha az kaynak kullanarak ucuza mâl etmek, kaliteli yani müşteriyi memnun edecek şekilde üretmek pek fazla gündemde değildi. Bu söylediğimiz iki husus 'Kaliteli ve Ucuz' mal ve hizmet üretmek 'İş Yönetimi' biliminin ana konusudur. Müşterinin giderek daha fazla seçme imkânına sahip olmaya başladığı bugünlerde herkes şirketini daha iyi yönetmek telaşına girmeye başladı. Memleket için en iyi haber bu, gerisi teferruat.