Derin düşünceler...

A -
A +

Bir ülkenin en önemli kaynağı insandır. Çağlar boyunca bu gerçek değişmemiştir. Tarım ve sanayi çağları boyunca daha çok kol ve beden gücüyle ülke ekonomilerine katkıda bulunan insanlar, bilgi çağına adım atıldıkça beyin ve giderek gönül gücüyle katkı yapmaya yönelmektedir. İnsanoğlunu dizginlenemez ihtiyaç ve hırsların kurbanı kabul eden klasik iktisat teorileri bilgili ve gönlü sevgiyle dolu insanlar çoğaldıkça etkilerini kaybetmeye başlamıştır. Kırklı yılların bebekleri olan bizim nesil bu değişim ve dönüşümü yakından takip ettik; hatta doya doya yaşadık. Özellikle İkici Dünya Savaşı sonrasında "Vahşi Kapitalizm" tabletleri yutturularak beyinleri uyuşturulmaya, "merhametsiz tüketim canavarları" haline getirilmeye çalışılan insanoğlunun, bu kötü gidişe direnmeye çalışanları olagelmiştir. 1960'larda lise ve üniversite sıralarında okurken, muhafazakâr bir aile ortamında yetişen benim gibiler bu acımasız yaşayış tarzına, kendi değerlerimizle karşı çıkarken daha sessiz bir direniş sergiliyorduk. Bizde "timar" ve "zeamet" gibi toprağı fevkalade verimli kılan toprak işleme sistemlerinin şuursuzca bozulup yerine bir sistem konulamadığı için ortaya çıkan "kötü toprak ağaları"na karşıydık. Ya da işçinin "Emeğinin karşılığının teri soğumadan verilmesi" prensibinin tam tersi uygulamalarla âdeta boğaz tokluğuna çalıştırılmasının doğru olmadığına inanıyorduk. Diğer taraftan saydığımız adaletsiz ve acımasız uygulamalara maruz kalan ve yıllar boyu her bakımdan kültür erozyonunun en dehşetlisini yaşayan ailelerden, mezralardan, köylerden gelen yaşıtlarımız, aynı şeylerden şikâyet etmekte, ancak onlar yine bizim yabancısı olduğumuz, daha kısa vadeli çözümler vaat eden düşünce sistemlerine taraftar olmuşlardı. Bunlar daha sert, daha radikal, "Sol eylemler"le seslerini duyurmaya çalıştılar. "Her etkinin tepkisini doğurması" gereği bunların karşısına da radikal "sağ eylemler" konuldu. Bütün dünyada yıllarca bu çatışmalar hem de çok canlar kaybedilerek devam etti. 'Sol'un savunduğu "devletçi" yönetim modellerinin başarısız olduğu tarihî gerçek olarak yaşanınca, bir miktar yumuşama oldu. Son zamanlarda küreselleşmenin "ulus devlet" modelini de sorgulatmaya başlamasıyla, taraflar arasındaki gerginlikler daha bir azalma eğilimine girdi. 'Bilgi'nin ışık hızıyla akmaya başlamasını sağlayan "İnternet çağı"nın başlaması ise insanoğlunu daha şumullü; yeni bilimin deyimiyle daha "bütünsel" düşünmeye sevk etti. Şimdi artık bizler, bütün insanlık olarak oturup çözümler üretmezsek, kısa zaman sonra ozon tabakasının daha fazla delineceğini, küresel ısınmanın artacağını, bunun sonucunda eriyen buzulların kuzey yarım küreyi istila edip, yani bir buzul çağını başlatabileceğini, en azından denizlerin birkaç metre yükselmesiyle birçok şehir ve kasabanın yok olacağını hesaplayabiliyoruz. Yarından sonra!.. Bunun gibi dünyanın zenginliklerini, kurdukları acımasız sömürge ve kölelik düzenleriyle asırlardır kemiren "merhametsiz batılı anlayış"ın akılsızca sürdürülmesiyle insanlığın yok olmasına sebep olabileceğini düşünebiliyoruz. Ve işte bilginin beyinlere hızla akması, insanoğlunun gözünü ve gönlünü açmakta, hangi görüşte olursa olsun, "insanca" düşünebilenler "network-organizasyonlar" ile yepyepi bir dünya düzenine yelken açmaya başladılar bile. Bu yeni anlayışı benimseyen kişiler, şirketler, toplumlar, devletler insanlığın kurtarıcıları olmaya şimdiden adaylar. "Benim menfeatim, benim şirketim, benim kârım, benim toplumum, benim milletim" diyen kendinden başkasını "adam saymayanlar" yok olacaklar. Bu durum film senaryolarına yansımaya başladı bile. "Yarından Sonra" filmini izledim geçenlerde, bayağı etkilenmişim, değil mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.