İki çocuk, bazıları doğrudan bazıları dolaylı bendenize "dede" diyen 10'a yakın torun elimden geçti. Hayatta en çok zevk aldığım varlıklardır çocuklar. Herhangi bir yerde gördüğüm bir çocuğu hele bebekse sataşmamak için zor tutarım kendimi. Kendi çocuklarımda pek değil ama, torunlarda çocukların gelişim safhalarını daha bir yakından ve rahat izleme fırsatı buldum. Tabiî bundan da yönetimle ilgili motifler yakalamaya çalıştığımı tahmin edersiniz artık. Şimdi çocukların konuşmaya ilk başladığı anları hatırlayınız: "Hadi dede de bakalım, dede, dede... deee-de!" Anlamlı bir kelime çıktığında, herkeste bir sevinç bir gülüş, hatta abartılı kahkahalar... Tabiî çocuk bu arada mest. Çünkü iyi bir şey yaptığını anlıyor. Sonra aynı tepkileri almak, aynı ilgiyi görmek için yeni denemelere girişiyor. Zamanla kelimeler, cümleler, derken bir minicik şiiri yarım ağızla okumaya çalıştığında, ortalık ayağa kalkıyor. Eveeet! Şimdi ne algılıyor çocuk: "Konuşmak prim yapan, diğerlerinin hoşuna giden bir eylemdir. Hele iyi becerdiğinde daha da etkili bir ilgi çekme aracıdır!" Zaman akıp gidiyor. Çocuk birazcık anlamaya, bu arada anlamlı sorular sormaya, birazcık sorgulamaya başlıyor. Ya da kendi fikrini savunmaya başlıyor. Bu arada önceleri çok prim yaptığını yaşayarak öğrendiği "Konuşmayı" daha etkili şekilde yapmaya gayret ediyor. İşte şimdi, etrafındakilerin birden ciddileştiklerinin, önceleri 14 yüz kaslarını hareket ettirerek kolayca becerdikleri "gülümsemeyi" bırakıp 74 yüz kasını harekete geçirerek "somurtmaya" başladıkları ve sağ elini işaret parmağının, yumruk yapılmış ellerinin önüne getirerek, tehditkâr bir beden diliyle kendisine "Sus ve dinle" komutunu verdiklerini görmektedir. İnsanlar artık zevkle, heyecanla neşeyle öğrettikleri "konuşmadan" vazgeçip "dinlemeye" geçmesini istemektedirler. Demek ki "dinleme hoş bir şey olmamalı" diyor kendi kendine ve küçücük beynine çakılan "negatif davranışlar eşliğinde" öğretilmeye çalışılan "dinleme" işini pek tutmuyor. Dinlemekten hoşlanmıyor. Ve uzun yıllar süren tahsil hayatı boyunca da "susun bakiiim, beni dinleyin, atarım sizi dışarı" diye ya da iş hayatındaki "Kardeşim, konuşup durma da, beni dinle, dinle de ne yapacağımı anla" şeklinde tehditler eşliğinde sürdürülen "dinlemeye" yönelik tavsiyelere pek kulak asmamayı tercih ediyor. Sonunda "birbirini dinlemeyi" öğrenememiş kişilerden oluşan insan toplulukları habire konuşuyorlar, ama anlaşamıyorlar. Şimdi siz bana milletin ne dediğini dinleyenlerin var olduğunu söyleseniz ben size nasıl inanırım? Millet beş yılda bir milletvekili, yedi yılda bir cumhurbaşkanı seçilir diyor, dinleyen kim?